Bu mevsimde Türk Hava Yolları'nın İstanbul- Bangkok seferini yapan dev Airbus 340-300 uçağının pek kalabalık olmayacağını tahmin ediyordum. Zira yola çıkmadan önce internetten Tayland'daki hava koşullarına baktığımda, sıcaklığın bölgelere göre 38 ile 40 derece arasında değiştiğini görmüştüm. Hiçbir zaman bizim gibi dört mevsimi yaşamayan Güneydoğu Asya'nın yazı işte böyleydi. Sıcaklık korkunç yükseliyor, bu yetmiyormuş gibi nem de ona eşlik ediyordu. Böyle bir mevsimde İstanbul'dan Tayland'a bizim gibi görevli gazeteciler dışında kaç kişi gidebilirdi? Uçağa girdiğimde fena halde yanıldığımı gördüm; içerisi tıklım tıklım doluydu. Buna first ve business sınıfı yerler de dahildi. Yolcuların pek azını Türkler oluşturuyordu; geri kalanlar dünyanın çeşitli yerlerinden Bangkok'a gitmek üzere uçağa binmişlerdi. Kimbilir belki de içlerinden bir bölümü Bangkok'tan sonra Uzakdoğu'da herhangi bir yere ya da Avustralya'ya doğru aktarma yapacaklardı. Türk Hava Yolları'nın bu başarısının ardında sanırım satış ve pazarlama kadrosunun becerisinin yanı sıra, özellikle uzak seferlerde görevlendirilen kabin personelinin kalitesinin ve sunulan dört dörtlük yemeklerin payı vardı. Benim de aralarında bulunduğum görsel ve yazılı medyadan birkaç gazeteci, Tayland'ın Ankara Büyükelçiliği tarafından yemeklerin ve turistik zenginliklerin ağırlıkta olduğu 10 günlük bir geziye davet edilmiştik. Yolculuğumuz ülkenin kuzeyinden başlayacaktı. Bangkok'ta birkaç saatlik bir beklemenin ardından, terminal değiştirmeden Cheng Mai uçağına geçtik ve yaklaşık bir saatlik iç hat seferinin ardından kuzey Tayland'ın en önemli kentine indik. Klimalı uçaklarla terminalin koruyucu serinliğini terk ettiğim anda gözlüklerim buğulandı. Sıcak, hayal ettiğimin de ötesindeydi. Sonradan öğrendim; Tayland'a ekim ile nisan başı arasında gidilmeliymiş. O zaman sıcaklıklar 20'li derecelerde kalıyor, bu muhteşem doğa güzelliklerinin keyfi daha iyi çıkarılıyormuş.
KAPSAMLI BİR TARIM REFORMU
Bundan önce Bangkok'a gitmiştim. Ama ülkenin kuzeyini ilk kez görecektim. Yola çıkmadan önce Tayland'da birtakım karışıklıklar olduğunu okumuştum. Ama Tayland'ın Ankara Büyükelçiliği'nde görevli üst düzey diplomatın evsahipliğinde kendimi güvende hissediyordum. Yolculuğumuzun sonuna dek giderek tırmanan olaylara hiçbir yerde tanık olmadık. Yolculuğun ilk durağı olan kuzey Tayland hakkında birçok bilgi kırıntısı aklımda kalmıştı. Örneğin Cheng Mai'nin kuzeyinde Altın Üçgen diye adlandırılan, Myanmar ve Laos'un Tayland ile ortak, çok dağlık sınır bölgesi dünyanın eroin merkezi olarak biliniyordu. Yüksek dağların çevrelediği bu bölgede ülkelerin resmi güçleri gerekli denetimi yapamıyorlar, kabileler haşhaş tarımından geçimlerini sağlıyordu. Zaten geçen yüzyılın başlarına kadar Cheng Mai'ye ancak nehirden ulaşılabiliyordu, ondan sonra da, yapılan demiryolu hattı onyıllarca güneyden buraya ulaşmanın tek alternatifiydi. Yine aklımda kalan bilgilere göre son derece yoksul dağ köylüleri ailelerini geçindiremedikleri için, kız ya da erkek çocuklarını, onlara parlak bir gelecek vadeden insan tüccarlarına satıyor, Bangkok'taki batakhaneler bu çaresiz köylü çocuklarından besleniyordu. Cheng Mai ve çevresinde geçirdiğim günler içinde, geçmişte zihnime kazınmış bu bilgilerin bugün artık geçerli olmadığını gördüm. Öncelikle ulaşılması adeta olanaksız bazı dağ köyleri dışında bölge bakımlı, geniş yollarla donatılmıştı. Yoksulluğun büyük ölçüde azaltılmasında ise "Kral Projesi" diye adlandırılan çok kapsamlı bir tarım reformu rol oynamıştı. Her şey, bugün 83 yaşında olan ve halkı tarafından gerçekten çok sevilen Kral Bhumibol'ün, 1969 yılında buraya yaptığı ziyaretin ardından başladı. O günden itibaren bu bölgenin özelliklerine odaklanmış, dünyada örneği olmayan bir proje yaratıldı. Tayland, tropik iklim kuşağı içinde yer alıyor. Dolayısıyla sebze ve meyveleri de bu iklimde yetişebilen tarım ürünleri. Oysa kuzeydeki dağlık kesim farklı iklim koşullarına sahip. Bu bölgenin halkı güneydekilerin ekip biçtiği ürünleri yetiştiremiyor. Kralın buraya gelmesinden önce dağ köylüleri karınlarını doyurmak için pirinç ekiyor, diğer ihtiyaçlarını dışarıdan karşılamak için de haşhaş üretip satıyordu. Kral, bizim Ege-Akdeniz iklim kuşağı özelliklerine sahip bu yörede soğuk ve ılıman iklim bitkilerini yetiştirip pazarlamak gibi iddialı bir projeyi hayata geçirdi. Devletin denetimi altında kurulan bir vakıf, yerli ve yabancı üniversiteler, tarım örgütleri ile işbirliği halinde bir araştırma geliştirme sürecini başlattı. Önce Kuzey Tayland'ın değişik kesimlerinde altı araştırma istasyonu kuruldu. Bu istasyonlarda kuzeyin koşullarında yetiştirilebilecek yeni ürünler belirlenecekti. O dönemde çağın çok ötesinde denebilecek bir anlayışla tarım ilaçları kullanmadan, günümüzde organik tarım dediğimiz doğal yöntemler üzerinde çalışıldı.
BİZ DE KAFA YORALIM
Vakıf, geçimini haşhaştan sağlayan dağ köylülerini mükemmel örgütlenmiş bir kooperatif içinde topladı. Onlara tohum ve fideleri dağıtıyor, ürünlerini uygun fiyattan satın aldıktan sonra hijyenik koşullarda ambalajlıyor ve ülkenin güneyindeki turistik tesisler ve marketlere pazarlıyordu. Kralın ziyaret ettiği yerde kurulan ilk araştırma merkezine gitmeden önce kent pazarlarında ve kaldığımız otelde gördüğüm, çilek, elma, mor patlıcan, çeri domates, renkli dolmalık biber, üzüm, katmerli güller gibi tropik iklimde yetişmeyen ürünlerin ithal edildiğini sanmıştım. Oysa aralarında çay ve kahvenin de bulunduğu 350'nin üzerinde Tayland için yepyeni meyve ve çiçek çeşitleri, artık dağ köylerinde yetiştirilmekteydi; Taylandlılar için egzotik sayılan bu ürünlere giderek artan talep, dağ köylerini eskisine göre çok daha rahat yaşam koşullarına kavuşturmuştu. Bu proje sayesinde Tayland'da oldukça başarılı sofra şarapları bile yapılabilmekteydi. 1959 yılında haşhaş ekiminin yasaklanmasıyla, devlet güçleri, tek gelir kaynakları haşhaş olan bu köylülerin tarlalarını saptadıklarında ateşe veriyor, onları da hapse atıyordu. Ancak başka seçenekleri olmayan köylüler her şeye rağmen haşhaş üretmeye devam ediyorlardı. Bugün dağ köyleri devletle barışık. Sınıra çok yakın, çevreden soyutlanmış birkaç dağ köyü dışında haşhaş ve onun eroin yapımında kullanılan sütü ile afyon, Tayland'da tarihe karışmış durumda. Bizi dağ köylerine götürdüler. Köylüler geleneksel yaşam düzenlerini koruyorlardı. Yine ahşap evlerinin bacasız büyük odasında, açık ateşte yemeklerini pişiriyor, yerel kıyafetleriyle dolaşıyorlardı. Ama artık evlerinin önünde mütevazı bir motosiklet, ürünlerini taşımakta kullandıkları bir kamyonet ve dev uydu anteni görülüyordu. Beni gerçekten çok etkileyen Kral Projesi'ni uzun uzun sizlerle paylaşmamın bir nedeni var. Anadolu'nun özellikle doğu ve güneydoğu kesiminde Tayland'ın kuzeyindekiler kadar yoksul vatandaşlarımız yaşıyor. Zaten parçalanmış küçük topraklardan ekmeğini çıkarmakta zorlanan bu köylüler değişen tarım politikamız yüzünden devletten aradıkları desteği bulamayıp büyük kentlere göçüyorlar. Öte yandan, devlet, köylüleri yaşadığı topraklarda tutunabilecek koşullara kavuşturmak yerine, daha kısa vadede ekonomiye katkı yaratacak büyük sermayeye öncelik vermeyi yeğliyor. Kuşkusuz Tayland'ın Kral Projesi gibi uzun soluklu bir örgütlenme öncelikle seçimle gelen siyasi iktidarların kendi tarım politikalarının üzerinde, kararlı ve sürekli bir iradeyi gerektiriyor. Ayrıca o ülkeye ürün satan güçlü devletlerin bu tür ulusal tarım politikaları geliştirmelerine sıcak bakmayacakları ve buna karşı direnmek gerektiği de ortada. Ancak bizden daha zengin, daha fazla olanaklara sahip ve daha güçlü olduğu söylenemeyecek Tayland, 1969'dan bu yana adım adım bu dört dörtlük reformu gerçekleştirmişse ve hâlâ da su ürünlerinden yeni tohum araştırmalarına dek çalışmalara aynı hızla devam ediyorsa, bunun bir tesadüf olmadığı ortada. Bu başarılı model incelenmeye ve bizim koşullarımıza nasıl uyarlayabileceğimiz üzerinde kafa yormaya değer. Bu yazımın teknik bir yazı olduğunun farkındayım. Ama bence ülkesini, ulusunu seven herkes, sofrasına gelen ürünlerin hangi koşullarda yetiştirildiğine, daha iyiye, daha mükemmele nasıl ulaşılacağına kafa yormalı. Ama söz, gelecek hafta size Tayland'da tattığım yemekleri, gördüğüm köylü pazarlarını, tarihi ve doğal güzellikleri anlatacağım. Ayrıca Tayland'daki siyasi olaylar, ülkenin geri kalanındaki yaşantıya nasıl yansıyor, onlardan bahsedeceğim.