Son günlerde kimi gazete aylık, kimisi haftalık olarak "kitap" eki vermeye başladı. Gerçi "Cumhuriyet", "Dünya", "Radikal" gibi on yılları aşanları var ama demek daha başkalarına da ihtiyaç varmış. Popüler kültürün gereği, yeni yazarlar yeni yayınevlerine, yeni yayınevleri yeni yazarlara ortam hazırlar oldu. Kitabevi vitrinlerine sığmayan bu "karmaşık dünya" kendisini nerede gösterecekti? Elbette kültür-sanat dergilerinde, kitap eklerinde... İş, bütün bu "mevkute"leri doldurmaya dayanınca kaçınılmaz olarak "halkla ilişki"cilerin tanıtım yazıları ile ciddi eleştiri ve denemeler aynı pota içinde erir hale geldi.
KİŞİLİĞE SALDIRI
Peki, "edep"ten gelen "edebiyat" bu potanın hangi katmanında, neresinde? Örnek olsun diye geçen hafta "Radikal Kitap" ta yer alan bir yazıdan söz etmek istiyorum. Yazıyı kaleme alan Osman Çakmakçı, üç kitap yayınlamış bir şair-çevirmen; geçen yıl yazılarıyla 20-25 yıl öncesinin Türk şiirini "tasfiye etmek" istediğine göre genç olmalı... Çakmakçı, "Radikal Kitap"taki yazısında Ahmet Erhan'ın Everest Yayınları'ndan çıkan kitabı "Şehirde Bir Yılkı Atı"nı eleştiriyor; bunu yaparken de hem belden aşağı vuruyor; hem kendisine göre belirlediği "şiir anlayışı" şablonuna uymayan şiiri ve anlayışı, kişisel suçlamalarla donatarak şairi ve şiirini mahkum etmeye çalışıyor. Tamam, bir şairin yazdıklarını beğenmeyebilirsiniz, eleştirmek de hakkınızdır; ama kişiliğine, kimliğine saldırıda bulunmadan... Bir şairin duyarlılığını "vıcık vıcık bir mızmızlanma" olarak nitelemeye; "kendini alkole vuran insanların yaşadığı edilgen ve hastalıklı bir ruh hali ve kapılandıkları arabesk boyun eğmişliğin yansıdığını" diyerek içkiye düşkünlüğünü ima etmeye kimin ne hakkı olabilir? Amacım, Ahmet Erhan'ı ve şiirini savunmak değil; ama yazı sahibinin de düşüncelerini yansıttığı yazıların da bir nezaketi olması gerekir diye düşünüyorum. Nurullah Ataç adını bilmeyen, duymayan şair kalmamıştır herhalde... Ataç, beğendiği, geleceğinde umut gördüğü genç şairler için "zar atar"; mesela Attila İlhan ve Turgut Uyar için "Bunlar iyi şair olacaklar, zarımı bunlar için atıyorum" dermiş. Gençlere kimi zaman hoşgörülü davranır, kızdıklarını fena yerermiş; acı zekası, zehir benzeri nükteleriyle. Mehmed Kemal, "Acılı Kuşak" başlığı altında topladığı anılarında anlatıyor: "Suut Kemal Yetkin'e kızar olmuştu. Her gittiği yerde onu çekiştiriyordu. Ne bilgisizliği, ne cahilliği kalıyordu. Bir gün Kutlu'da otururken, damdan düşer gibi sordu:
İÇKİLERİN EN KÖTÜSÜ
"İçkilerin en kötüsü nedir?" Herkes susuyordu. Cevabını da kendini verdi: "Su..." Ekledi: "Çalgıların en kötüsü?" Bunun da cevabı kendinden: "Ut..." Bakalım, ne çıkacak diye bekliyorduk; tamamladı: "İçkilerin en kötüsü su, çalgıların en kötüsü ut, ikisi birleşince olur Suut..." Ataç'ın göklere çıkardığı şairlerin başında da Orhan Veli gelir; fakat son yıllarında dargındırlar, pek geçinemezler. Bir mecliste ne zaman adı geçse ince, uzun boylu oluşunu ima ederek ya "şakuli solucan" ya da "kravatlı solucan" diyerek Ataç, aklınca tiye alır Orhan Veli'yi... Buna karşılık Orhan Veli'nin yanıtı şöyledir: "Nurullah Ata / Tring Galata / Soğan salata" "Magazin dünyası"nın kurallarıyla "edebiyat alemi"nde yer almaya çalışanlara, F.M.Ekinci imzasıyla "Mayk Hammer" romanları yazan Kemal Tahir'in şiir tadında bir sözünü hatırlatmak isterim: "Gürültü etme, sükuta yazık olur." "Zeka" belki şiir yazmak için gerekli olmayabilir, ama Ataç örneğinde görüldüğü gibi eleştirmen, "zeka dağarcığı"nda nüktesini de bulundurmalıdır. Şairi eleştiri "zeka" da gerektirir çünkü...