Eski çağların "kitap müzesi" İskenderiye Kütüphanesi, bir süre önce çağdaş bir donanımla yeniden açıldı, Umberto Eco da yüzyıllar sonra kitapla bir daha buluşmanın görkemli konukları arasındaydı. Eco, bu vesileyle kitapların geleceği üzerine bir konuşma yapıyor ve şöyle diyordu: "Üç çeşit belleğimiz var. İlki organik, yani beynimizin yönettiği canlı belleğimiz. İkincisi madensel, yani binlerce yıl önce insanların metinlerini kazıdıkları kil tabletler ve dikilitaşlarda karşımıza çıkan bellek ile günümüz bilgisayarlarının silikona dayalı elektronik belleği... Üçüncü bellek ise papirüslerde, daha sonra da kağıttan yapılan kitaplarda ortaya çıkan bitkisel bellek..." "Bitkisel bellek"imizin tapınağı da "kütüphaneler" değil midir? Eco, bu konuda da şu saptamada bulunuyor: "Kütüphaneler, yüzyıllar boyunca ortak bilgeliğimizi korumanın en önemli mekanları olmuştur. Geçmişte olduğu gibi bugün de unuttuklarımızı hatırlamanın, bilmediklerimizi öğrenmenin evrensel beynidir kütüphaneler..." Yarından itibaren 4 nisana kadar "Kütüphane Haftası"nın kırkıncısını kutlayacağız. Peki, nicedir bitkisel belleğimizin tapınağı, bir başka deyişle bilgeliğimizi korumanın bu en önemli mekanı kütüphanelerin şu yaşadığımız günlerdeki durumu? Türk Kütüphaneciler Derneği İstanbul Şubesi yöneticileri, "Kütüphane Haftası" dolayısıyla yayınladığı bildiride, AB ülkeleriyle Türkiye'nin durumunu şöyle kıyaslıyor: "Türkiye ile yakın nüfusa sahip AB üyesi ülkelerden 2000 yılı verilerine göre Almanya'da 11.332, Fransa'da 4.008, İngiltere'de 4.937 ve İspanya'da 5.209 halk kütüphanesi var iken Türkiye'de 1.502 halk kütüphanesi bulunmaktadır. Bu durumda 100.000 kişiye düşen halk kütüphanesi sayısı Almanya'da 13.8, Fransa'da 6.8, İngiltere'de 8.3, İspanya'da 13.2 ve AB ortalaması 12.5 iken, Türkiye'de bu sayı 2.8'dir." Rakamlar da belleğimizin bir göstergesi değil mi? Üstelik çok acı, üstelik çok çarpıcı, üstelik çok da gerçek... 80'li yılların sonlarında Türkiye Yazarlar Sendikası Yönetim Kurulu olarak Başkan Oktay Akbal, İkinci Başkan Demirtaş Ceyhun ve Cengiz Bektaş ile Stockholm'de gitmiştik İsveç Yazarlar Birliği'nin davetlisi olarak... Stockholm'de kimsenin evinde on taneden fazla kitap bulunmuyordu. Çünkü her sokak başında bir kütüphane yer almaktaydı. Yıl sonunda kütüphanelerden alınan kitapların dökümü çıkarılıyor ve devlet, Yazarlar Birliği aracılığıyla çok okunan yazarlara yüzdesi az, az okunanlara çok olmak üzere belli bir telif ödüyordu. Böylece İsveç Yazarlar Birliği'nin beş yüze yakın üyesinden yarıdan çoğu, kütüphanelerden bu suretle sağlanan teliflerle hayatlarını sürdürme olanağı bulabiliyordu.
OKURLA RANDEVU
Türk Kütüphaneciler Derneği yöneticilerinin "bildirge"sinde yer alan önerilere elbette katılmamak mümkün değil. Ama önce, "bitkisel bellek"imizin tapınağı "kütüphaneler" in kitaplarla bezenmesi, bu kitapların da okurla randevusunun gerçekleşmesi gerekmiyor mu? Bugün, Türkiye bir seçimden daha çıktı. Avrupa Birliği'ne giriş sürecinde ülkeyi beş yıl daha yönetecek hangi yöneticinin, hangi partinin seçim bildirgesinde kültüre, sanata, özellikle de kitaba dair bir söz, insanlığın ortak bilgeliğine dair bir "vaat" bulunuyordu. 12 Eylül sonrasının Cumhurbaşkanı Turgut Özal, hiç olmazsa Red Kit okuyordu. Belediye başkanından milletvekili ve de bakanına, ülkeyi yönetime talip olanlardan çok azı dışında büyük çoğunluğunun, bırakın bir kitabının kapağını açmayı, Red Kit dahi okumadığını sanıyorum. Bütün bunlara rağmen her mahallesinden köyüne, kasabasından kentine ülkemin İskenderiye Kütüphanesi misali bir "kitap müzesi" olması umudunu taşıyorum, taşıyacağım da... Kültürsüzleşmenin vahim boyutlara ulaştığı böyle bir ortamda tam kırk yıldır "Kütüphane Haftası" düzenleyenleri cesaretlerinden dolayı kutlamak gerektiğine inanıyorum.