Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ATİLLA DORSAY

Cumhuriyet'in gerçek divası: Müzeyyen Senar

Babasından 5 lira çalarak geldiği İstanbul'da hayatı değişen Müzeyyen Senar, 'Ben kimseyi taklit etmedim ama beni çok taklit ettiler,' diyor

Müzeyyen Senar'la konuşmak... Böyle bir şeyi hayal bile edebilir miydim? Ben ki, İzmir, Karşıyaka'da geçen çocukluğumda, oturduğumuz bahçeli eski Rum evindeki radyodan yansıyan Türk musikisiyle, akşam fasıllarıyla, radyo konserleriyle büyümüş, müziğin diğer alanlarını ancak sonradan keşfedip gönül vermiş, ama o ilk nağmeleri hiç unutamamış olan müzik sevdalısı, o yaşlardan beri o şarkıları en has biçimde icra eden Müzeyyen'i yıllar boyu dinlemiştim... Son yıllarda çıkan albümlerini özenle alıp arşivime katmış, en son Odeon'dan çıkan ve eski taş plaklardan temizlenip yapılmış 19 şarkılık albümü ise dinlemekten bıkmamıştım... İşte o Müzeyyen Senar'la karşılaşmak ve uzun uzun söyleşmek... Ama işte bu mucize gerçekleşti. Odeon'dan Zeynep Hanım aracı oldu ve oğlu Ömer Işıl'ın Bebek'teki evinde bir araya geldik. Asansörü olmayan binada üç katı tırmanırken, birden dehşete düştüm: yaşı 90'a yaklaşmış olan Müzeyyen hanım bu basamakları nasıl tırmanmıştı? "Sizin için," dedi bana kibarca... Ben ancak mahcup mahcup bakıp teşekkür edebildim!..

'KEKEMELER ŞARKI SÖYLER'
Bu konuşmada, klasik pazar röportajları üslubumu sürdürüp onun hayatının bir özetini yapmayacağım. Bu hayat, bir yazıda özetlenemeyecek kadar muhteşem... Merak edenler, Remzi'den çıkan ve Radi Dikici'nin yazdığı Cumhuriyet'in Divası: Müzeyyen Senar kitabını alıp okusunlar. Okumaya değer... Ben daha çok soru-cevap şeklinde, kişisel tarihi Cumhuriyet'in müzik tarihiyle özdeş olmuş bu müstesna kadını size biraz olsun tanıtmaya çalışacağım. Yanımızda bulunan ve kimi yanıtları tamamlayan Radi Dikici'nin de katkılarıyla... Bir yerden başlamak gerek ya, ben de başlıyorum: Çocukken kekeme imiş. Nasıl oluyor bu? "Beş yaşımda bir düğüne götürüyorlar beni. Herhalde bir şeyden korkuyorum, dönüşümde kekemeyim. Yıllarca sürüyor bu... Ama şarkı söylerken geçiyor". Benim şaşırmam üzerine ekliyor: "Öyledir. Bütün kekemeler şarkı söyler, hiç kekelemeden!"

İLK PLAK 16 YAŞINDA
Çok genç yaşta Bursa'daki evinden, babasının yanından kaçıp İstanbul'a, annesinin yanına gelmiş. O kaçış olmasaydı yine Müzeyyen Senar olabilir miydi? "Hayır, olamazdım. Babamdan beş lira çalıp yola çıkmıştım. 25 yıllık evlilikten sonra annemi bırakıp gitmişti. Beni yakaladı, otobüste bir tokat vurdu. Yıllar sonra ancak ölmek üzereyken gördüm. Hayır, İstanbul'a gelmeseydim aynı şeyler olmazdı". Senar daha 1933'te, yani 16 yaşında ilk taş plağını yapıyor. Önce Sahibinin Sesi, sonra Odeon... Daha sonra başka firmalar... Son zamanlarda bazı kayıtları Coşkun Plak, Harika Kasetçilik, Polat gibi şirketler tarafından albümler halinde yayınlanıyor. Ama istendiği gibi, bir arşivci titizliğiyle, notlar ve bilgilerle değil. Oysa onun külliyatı başlıbaşına bir hazine... Kitapta Müjdat Gezen'in bir tespiti var. Müzeyyen Hanım'ın hayatında, onun kayıtları veya şarkı söylemesi açısından üç farklı alan olduğunu saptıyor: Gazino icrası, plaklar ve de radyo konserleri. Gazinoda atmosferde havaya uyarak şarkı söylerdi, radyo konserlerini genelde tek bir makama ayırırdı ve onu iyice herkese tanıtmak isterdi. Plaklarsa teknik açıdan mükemmel kayıtlar olurdu filan diye... Ne diyor? "Hepsi çok farklıydı. Hepsinin kendine göre yeri vardır. Bir de film dublajı vardı. Yani Mısır filmlerinin şarkılı bölümlerine Türkçe şarkılar koyardık. O da apayrı bir işti". Gerçekten de hep merak ettiğim şeydir bu...Yıllar yılı, bizim açıkgöz filmciler dönemin popüler Arap filmlerine müzik döşediler. Ve bunların önemli bir bölümünde, örneğin Ümmü Gülsüm'ün söylediği şarkılar bizde Senar'ın söyledikleriyle değiştirildi. Nasıl oldu bu?" Çoğu Sadettin Kaynak şarkılarıydı. O dahi bir besteciydi. Filmdeki şarkı kaç dakika sürüyorsa, o uzunlukta bir beste yapardı. Biz de stüdyoya girer, filmin üzerine okurduk". Peki, ağızlar nasıl uyardı? Ne yazık ki bu "Türkçe sözlü ve şarkılı" Mısır filmlerinden hiçbiri ortada olmadığı için, bunu görme imkânımız yok!...

SİNEMA MACERALARI
Senar 1940'larda bizzat film de çevirmiş, Kerem ile Aslı'da başrol oynamış. 1960'larda yeniden dönmüş: Ana Yüreği'ni, Sevgili Hocam'ı yapmış. 1976'da çektiği son bir filmde ise (Analar Ölmez), kendi hayatını oynamış. Film çevirmeyi sevdiğini, setlerde çok eğlendiğini söylüyor: "Bekliyorum, bana büyükanne rolleri kim teklif edecek diye"... Senar uzun yıllar boyu en önemli Türk musikisi bestecilerinin parçalarını ilk kez kayıt yapan, hatta ilk kez dinleyerek yorumunu getiren şarkıcı olarak biliniyor. Onun eğilmediği ve yorumlamadığı besteci yok gibi... Selahattin Pınar, Sadettin Kaynak, Lemi Atlı, Şükrü Tunar, Osman Nihat, Sadi Hoşses, Baki Duyarlar, Suphi Ziya Özbekkan... Hepsiyle ilişkili anıları var kitapta... Öyle bir hizmet etmiş ki musikimize, eşi benzeri yok. Ben tüm bu besteciler içinde en çok Sadettin Kaynak'ı sevdiğimi söylüyorum. Şöyle diyor: "Onunla 1932'de tanıştık. Hemen bütün şarkılarını önce bana okudu, ben plak yaptım. Gerçekten bir kaynak gibiydi. Öyle güzel şarkılar yaptı ki". Onun çok kişisel bir yorumu var. Şöyle diyor: "Ben kimseyi taklit etmedim. Taklit edebileceğim kimse yoktu ki... Ama beni çok taklit ettiler. Mualla Gökçay'dan başlayarak". Senar bir yerde şöyle demişti: "Ben şarkı söylemiyorum, güfteyi anlatıyorum". Sözlere olan bu ilgisi nerden geliyor? "Ben şarkının önce sözlerine bakarım. Güfte beni çok etkiler. Sözleri melodiye aksettiriyorum, melodiyi tane tane anlatmaya çalışıyorum. Güfteyi karşımdakilere anlatmaya çalışıyorum. "Yaralarım çok derin" derken, sanki içim yaralanmış gibiyim. Önce kendim duyuyorum, kendim ağlıyorum. Sonra başkasını ağlatıyorum". Senar okuduğu hemen tüm eserleri önce sahipleriyle birlikte "geçmiş". Şöyle diyor: "Sözler öğrenilmeden şarkı geçilmez, usulsüz şarkı okunmaz. Ben papağan gibiydim, bir kez bakınca hemen ezberler ve geçerdim. Hepsi önce bana gelir, beş kat merdiveni çıkar ve şarkı geçerlerdi". Senar sözler konusunda öyle hassas ki, örneğin Sadettin Kaynak'ın ünlü bir şarkısındaki "su uyur fısıldaşır" deyişinin zamanla "su yürür fısıldaşır" olmasına müthiş bozuluyor. TRT'de bile bu yanlış yorum sürüyormuş... Atatürk'ün huzuruna çok kere çıkmış: Dolmabahçe Sarayı'nda, Bursa Çelik Palas'ta, Bursa Belediye Salonu'nda, Ege vapurunda, Savarona yatında... Neler hatırlıyor?

ŞARKILAR KARA KAPLIDAN
"Vallahi ben çok gençtim, alıp götürdüler. Siyah kaplı radyo defterim vardı, onu alıp gittim. Küçücük bir kız çocuğuyum. Beni önce banyo gibi bir yere soktular, yıkadılar, saçımı kestirdiler. Çok uzunmuş... Beni modern bir kız yapmak istediler. Kocamı da gönderip bıyıklarını kestirdiler, akşam evde dayak yedim!.. 1936 Sonbahar'ıydı. Saray'a gittik, sabaha kadar şarkı söyledik. Atatürk kitabı aldı, şunu oku, bunu oku diyor. Sohbet yok, hep şarkı söyledik. Rakısı, leblebisi, sigarası önünde. Çok da rakı içmiyordu. Sonra 1937'de gittim. Selahattin Pınar geldi, Bursa'ya Ata'ya gidiyoruz dedi. Tuvaletler filan aldım, gittik. U şeklinde masalara oturmuşlardı. Yine saatlerce şarkılarmızı söyledik. Ertesi gün Belediye Sarayı'na gittik, Merinos fabrikasının açılış törenleri vardı. Bu kez beni yuvarlak masaya davet etti, iltifatlar etti. Sonra dansa kaldırdı. Ben dans bilmiyorum ki... Anladı bilmediğimi. Orda nasıl ölmedim, bilemiyorum". Atatürk'le sonra bir kez Ege vapurunda, bir kez de özel yatı Savarona'da karşılaşıyor. Ve ona yine siyah kaplı defterden seçtiği şarkıları okuyor. Atatürk hep şarkılara katılır, hatta neşeli bir şeyse kalkıp oynarmış. Onda bulaşıcı bir neşe ve enerji olduğunu söylüyor. En çok istediği parçalar ise Mani Oluyor Halimi Takrire Hicabım ve Cana Rakibi Handan Edersin imiş. Kitapta Senar'ın önemli konserlerde giydiği tuvaletler de yer almış, ayrıntısına dek... Onlar da mı kayıtlara girmiş? "Onları ben hatırlıyorum, hafızam çok iyidir. O tuvaletlerin hemen hepsini dağıttım, bende yok". Yine de kimileri müzelere girmiş: Örneğin Sadberk Hanım müzesinde iki tuvaleti var. Ayrıca Üsküdar, Kadıköy, Bursa gibi yerlerde özel koleksiyonlarda olan giysileri varmış. Keşke hepsi günün birinde tek bir müzede toplansa... Peki, Safiye, Hamiyet, Mualla, Zehra Bilir, Perihan, Muazzez Abacı gibi ünlü şarkıcılarla ilişkileri nasıldı? Rekabet yok muydu?

HERBİRİ AYRI SESTİ
"Hayır, yoktu. Çünkü hepimizin sesi ayrı, rengi ayrı. Assolist-altsolist tartışması da yoktu. Ben liste yazıp astırmadım hiç... Mesela Zeki bey liste yazardı, ben yazdırmam, hangi şarkıyı istersen oku, ben başka şey okurum". Hemen hepsiyle birlikte çalışmış, sahne almışlar. Muazzez Abacı dışında... Radi beyin karışmasıyla bir şey daha ortaya çıkıyor: Plak yaparken birbirlerinin repertuarına saygı göstermişler, birinin okuduğu şarkıyı diğeri okumamış. Örneğin Bakmıyor Çeşmi Siyah Feryade (Hamiyet) veya Menekşelendi Sular (Safiye) gibi şarkıları hiç plak yapmamış Müzeyyen hanım... Tam bir saygı örneği... Onu en çok taklit edenler yine de erkek şarkıcılar olmadı mı: Zeki Müren ve Bülent Ersoy? "Evet. Ama sonra değiştiler, kendilerini buldular". Zeki Müren'i daha 17 yaşındayken tanımış. Gelmiş ve "Ben sizin şarkılarınızla büyüdüm," demiş. Dostlukları hiç bozulmamış. Onu erkek şarkıcılar arasında gerçek mirasçısı olarak görüyor. Ya Bülent Ersoy? Onunla kavgalı değil mi? Bunu kabul etmiyor, bir kırgınlık olduğunu, ama artık bunun da kapandığını söylüyor. Ancak eklemeden duramıyor: "Çok iyi musiki bilir, harika bilir. Ama yüzüne söyledim, "Bülent, çok kötü okuyorsun, bunu yapma," diye...

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA