Yıl 1980... Türkiye yakın tarihinin bir askeri darbesini daha yaşıyor.. Türkiye'nin demokratikleşmesi uğruna mücadele edenlere "terörist" damgası vuruluyor ve köşe bucak her yerde aranıyor. Solcular da sağcılar da aynı kefeye konmuş; yakalandıklarında; aynı cezaevinde her sabah istiklal marşını okutturuyorlar. Bu arada işkencelerin sonu gelmiyor. Yurtdışına kaçamayanlar; eş-dostlarının köylerinde, evlerinde saklanıyor. Yurtdışına kaçmak zorunda kalanlar ise ya Suriye ya da Yunanistan yolunu tutuyorlar. Aradan 25 sene geçti. Türkiye'de demokratik ilkeler oturmaya başladı. Ülkenin başbakanı bile cezaevinden nasibini aldığı; ülkenin AB yoluna girdiği; eski sağ-sol çatışmaları sona erdiği halde 20-25 yıl önce yurtdışına kaçmak zorunda kalanların bir bölümü hala vatana geri dönemiyor.. Dönememe nedenlerinden biri; hala "aranıyor" olmaları; diğeri ise aranıyor olmasalar bile "belki yakalanırız" korkusundan kaynaklanıyor. Çünkü yurtdışına kaçanların çoğu, aradan 25 sene geçmiş olmasına rağmen, işkence günlerini; yoldaşlarının yol ortasında öldürülmelerini; dövüş kakış günlerini hala "dün gibi" hatırlıyor; hafızalarından silemiyorlar. Ancak hepsinin birleştiği nokta "bir gün ülkeye geri dönmek" arzusu. Yurtdışına kaçan ve unutulmaya yüz tutan eski solculardan Sinan hala Yunanistan'da yaşıyor. İstanbul'da Tıp Fakültesi son sınıftayken, öğrenci ayaklanmalarına adı karışan ve hiçbir eylem suçu olmadığı halde "terörist" damgası vurulup arandığı için ülkeye geri dönemiyor.
ÇOCUKLARI İÇİN GELEMİYOR
Çünkü yakalansa kendisini değil, Yunanistan günlerinde kurduğu ailesinin; üç çocuğunun ne olacağını düşünüyor. Sinan son on yıldır, ekmeğini lokantacılık yaparak kazanıyordu. Üç yıl önce açtığı küçük kebapçı dükkanını ailesiyle çalıştırıyor. Adana, İskender kebapları, künefe tatlıları yaparak Atinalılara Anadolu lezzetlerini tanıtıyor. Sinan'la yaptığımız söyleşide buralara nasıl geldiğini, başından neler geçtiğini; niçin geriye dönemediğini öğrenmeye, anlamaya çalıştık. Sinan, 1980'li yılların en çetin günlerinde Türkiye'nin demokratikleşmesi uğruna verdiği mücadelelerden pişman olmadığını söylüyor; "O dönemlerde bütün öğrencilerin bir ideali vardı. Türkiye'nin demokratikleşmesi için siyasi faaliyetler gösteriyorduk. Ben şahsen Dev Genç üyesiydim Kitlelere, işçi sınıfına indik. Gittikçe çoğalıyorduk. Sonunda "komünist" damgası yedik.. Sicilimde hiçbir cinayet ya da benzeri ağır bir suç bulunmamasına rağmen beni de terörist ilan ettiler. Tıp Fakültesi'ni terk etmek zorunda kaldım. Hiç yok yere tam 11 kez şubeye götürüldüm. Hakkımda hiçbir suç, delil gösterilemedi buna rağmen, temsili infaz, gibi hem psikolojik hem de fiziksel işkenceler gördüm.. Bu yüzden böbrek hastası oldum. Okul arkadaşlarım hastane doktorları bile beni tedavi etmekten korkuyorlardı. Bunun hala kahrını çekiyorum. Kaçak olarak aranıyordum. Gidecek yerim kalmamıştı. Tavan aralarında saklanıyordum. Mal varlığımıza da el koydular. Binlerce kişi gibi benim de başka çarem kalmamıştı. Ya Suriye ya da Yunanistan üzerinden yurtdışına kaçmak zorundaydım. Nitekim Ayvalık'tan Midilli Adası'na geçtim. O gün bugün buralardaydım. Bugün için Türkiye'nin AB yoluna girmesi için mücadele edenlerin, o dönemlerde ülkemiz için yapmak ve değiştirmek isteyen ve bu uğurda mücadele eden bizlerden hiçbir farkları yok."
İLTİCA KOLAY OLDU
Türkiye'den kaçışı zor olmamış Sinan'ın. Midilli macerası ise polis ziyaretiyle başlamış; "Türkiye'den çok mülteci akını olduğu için benim de varlığımı yadırgamadılar. Polise gittim ve iltica hakkı istedim. 3 gün hastanede yattım. İnsanlar bizi çok sıcak karşılıyordu o zamanlar. Sonra Atina'ya sevk edildik ve mülteci belgeleri aldık. Mültecilerin çoğu, Yunanistan'ı sıçrama tahtası olarak kullanarak Avrupa'nın çeşitli ülkelerine dağılıyordu. Bu arada Türkiye'den apolitikler de gelmeye başlamıştı. Yani aranmadıkları, hiçbir ideolojiye inanmadıkları halde; sırf Avrupa'da çalışmak için siyasi mülteciliğe soyunanlar da vardı. Atina'da BM gözetimi altındaki sahildeki Lavriyon göçmenler kampına yerleştirildik." Tıp Fakültesi'ni bırakıp kaçan Sinan, Atina'da Filistinliler'in lokantalarında çalışmaya başlamış. Birkaç kişi birleşip işi kebapçılığa çevirmişler: "Kebap kültürü o zamanlar Yunanistan'da pek bilinmiyordu. Bu arada 1989'de aynı yollardan Çiçek geldi Yunanistan'a ve evlendik. Ufak bir ev kiraladık. Atina'da Pera adlı ilk büyük kebapçı dükkanına ortak olduk. İşler iyi gidiyordu ki mal sahibiyle anlaşamadık. Kendi dükkanımızı açamıyorduk. Mülteci olduğumuz için izin vermiyorlardı. Türkiye'ye de dönemiyorduk. Sıkışıp kalmıştık. Anatoli adlı bir kebapçı dükkanı açtım. İznimiz olmadığı için dükkanı 65 yaşında bir Yunanlı'yla ortak oldum. O da bizi dolandırdı. Son 4 yıldır Asia adlı bu küçük lokantayı işletiyoruz ailece..." Küçük lokantasında ince belli çay bardakları içinde çay içen; zaman zaman müşterilerine nargile yakan ve genç müşterilerine çala kaşık künefe yedirerek darbuka çalmalarına izin veren Sinan, memleketi olan Türkiye'ye elini kolunu sallayarak gidememekten yakınıyor: "Bizim o zamanlar yapmak istediklerimizi şimdi yapanlar memleketi yönetiyor."