Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ŞENGÜL BALIKSIRTI

Sahnede kraliçeydim ama arabaya binecek param yoktu

Yıllar önce Beşiktaş Serencebey'de küçük evinde ziyaret etmiştim Hümeyra'yı. O günlere özgü bir büyük üzüntünün, sıkıntının içindeydi. Bu kez Cihangir'deki evinin kapısını çaldım; neşeyle, keyifle karşıladı. Mücadelelerin, belki de en çok kendini ifade edememelerin sıkıntısı gitmiş üzerinden. Korkular sindirilmiş... Önce "Avrupa Yakası" şimdi de "Babam ve Oğlum" filmi... Bu ikisi ile çok hak edilmiş ama fazlasıyla gecikmiş bir mutluluk yaşıyor Hümeyra

-Sanırım "Babam ve Oğlum" ile oyunculuk anlamında müthiş bir doyum yaşadınız. - Artık rahatlıkla ölebilirim. Gözüm arkada kalmayacak. Yıllardır debeleniyorum. Çünkü yıllardır yaptığım hiçbir şeyi ulaştıramadım hiç kimseye. 58 yaşında yeniden keşfettiler beni. Bu anlamda benim için bir ödül. Ama isterdim ki daha erken gelseydi bu ödül ve daha fazla rolü oynayabilseydim. Bu yaştan sonra anneanne, babaanne oynayacağım herhalde... (Kahkahalarla gülüyor.)

- Ama siz de büyük şöhrettiniz ve bile isteye uzak durdunuz bir şeylerden... Neydi sizdeki olamamazlılık hali? - Benim yaşam tarzıma uygun değildi starlık. Starlığın kuralları var, onları yaparsan star olabiliyorsun. Bir takım ödünler vermek gerekiyor, bedel ödenmesi gerekiyor. O bedelleri ödemeyi reddettim. Sıkılıyordum, özgür olmak istiyordum.

- Tamam, bedel ödememek için reddettiniz, bir şeylerin karşısında durdunuz ama yine de mutlu olamadınız. - Mutlu olamadım tabii, çünkü para kazanamadım. Star olmayınca, gündemde olmayınca iş gelmedi. Şehir tiyatrosunun bana verdiği maaşla da bu kadar geçinebildim işte. Niye ben durup dururken restoranlar açtım, barlar işlettim? Bunun için. Kimse bana oğlumu nasıl okuttuğumu sormuyor. Arkamda anne yok, baba yok, servet yok. Ordan, burdan kazandığım üç-beş kuruşla yaptım her şeyi. Bilmem kimin sünnet düğününde sahneye çıkıp şarkı söyleyebilirdim, yapmadım.

- Avrupa Yakası teklifi gelene kadar umutsuzluğa kapıldığınız oluyor muydu, ne olacak, ne yapacağım diye... - Umutsuzluğa kapılmak değil umutsuzdum zaten. Beni ilk akıl eden, bu kadın bu işin içinden çıkar diyen birinci kişi Gülse Birsel'dir, sonra Çağan Irmak'tır. Beni 58 yaşında yeniden şöhret yaptılar, her ikisini de kucaklayarak öpüyorum. Bu da benim geçmiş yıllarımın ödülü herhalde. Hem Avrupa Yakası hem Babam ve Oğlum. Çok mutluyum. Gözüm arkada değil ve rahatlıkla ölebilirim artık. Çünkü hep istediğim güzel bir şeylerdi. Bu film çıksaydı ve ben bu rolü oynamamış olsaydım, o filmi izleyip salondan çıkarken hem filme ağlardım hem de 'bunu niye ben oynamadım' diye kıskançlıktan ağlardım.

- Maddi açıdan zor günler geçirdiğinizi hiç saklamıyorsunuz. En çaresiz kaldığınız an neydi, ne zamandı? - Bir an değil birkaç kez çaresiz kaldım. Mesela en çaresiz kaldığım an yakın zamanlarda Sardunya'nın teklifini kabul ettiğim zamandı. Böyle bir şeyi asla düşünmüyordum ama çaresizdim. Oğlum 'okuyacağım, üniversiteye gideceğim' diyordu ve okul için Amerika'ya gitti. O işe çok istemeyerek girdim ama arkadaşlarım destekleriyle işi bana sevdirdi. Ama o kadar çaresizdim ki, o teklifi kabul ettiğimde ruhumu satıyormuşum gibi hissetmiştim.

- O zaman geliriniz sadece tiyatrodan ve kazandığınız para iki kişinin uygun yaşam koşullarında yaşamasına yetmiyor, öyle mi? - Nasıl yetsin? 'Tamam, bu hafta da mercimek yiyelim' durumumuz var. Tek avantajım Beşiktaş'ta oturduğum evi almaktı. En azından kafamı sokacak bir çatım vardı. Ama hayatı da devam ettirmek gerekiyordu. Diyelim ki bir yere davet ediliyorum, gidemiyordum ki. Çünkü param yoktu.

- Ve böyle bir dönemde sahneye çıkıp, hiçbir şey yokmuş gibi oynuyorsunuz? Çifte oyun yani... - Aynen öyle. Sahnede bir kraliçeyi oynuyordum. Kafamda taçla sahnede fırtına gibiyim ama oyun bitiyor, sahneden iniyorum ve başka bir hayat. Düşünsene iki saat önce sahnedesin, bir kraliçeyi canlandırıyorsun, eve geliyorsun tıs. İki oyun oynamışsın, sahnede beş saat kalmışsın. Motora binip donarak Anadolu yakasından Avrupa yakasına geçiyorsun ve yürüyerek bir yokuş tırmanıp evine gidiyorsun. Ve gelmişim elli yaşına artık...

- Son iki yıldır en popüler dizide oynuyorsunuz, en çok konuşulan filmde oynuyorsunuz, reklam filmleri çekiyorsunuz yine kiradasınız. Bir şey değişmedi mi? - Çünkü bu evi alacak param yok. Rahatladım dediysem o kadar da değil. Çok yüksek rakamlar almıyoruz. Ata'nın (Demirer) aldığı rakamları almıyoruz hiçbirimiz. Beşiktaş'taki evimi satıp Cihangir'de minik bir daire aldım. Onun kirasıyla oturduğum bu evin kirasını ödüyorum. Yine elimizde kağıt kalem. (Gülüşmeler.) Bu Avrupa Yakası da gün gelip bitecek. Artık içimde korku var, 'Ay dur dur, harcamayayım...' durumu...

- Verdiğiniz örnek büyük bir çelişkiyi ortaya koyuyor aslında. Bir tarafta sizlerden daha çok para kazanan genç bir tiyatrocu; Ata Demirer. Diğer yanda tiyatrosunu ayakta tutmaya çalışan ama borçlarla yaşayan Gazanfer Özcan ve hala hesap kitap yapan siz... - Ama kanun bu. Bu kanunu da maalesef ben değiştiremeyeceğim. Onu prodüktörlere söyleyeceksiniz. Biz sadece bölüm başına bir para alıyoruz. Oysa bunun ikinci, üçüncü gösterimleri oluyor, DVD'si yapılıyor ama biz onlardan bir şey almıyoruz. Oysa bu dizide Amerika'da oynasaydım, torumunun bile hayatını garanti altına almış olurdum.

- Televizyon aracılığıyla sizi milyonlar tanımaya başladı. Şimdi bir albüm yapsanız belki de o makus talihiniz değişir ve hem çok satar hem de para kazanırsınız... - Piyasadaki müzikleri dinliyorum, müziğin çok başka bir yere geldiğini görüyorum. Bense çok başka bir yerdeyim. 58 yaşında da batı müziği söylenmez ki... Benim albümüm satmaz.

- Özlemiyor musunuz şarkı söylemeyi? - Özlemiyorum. Hiçbir zaman şarkı söylemeyi çok sevmedim galiba. Kendi sesime de hayran değilim. Bir şeyi anlatma yeteneğim olduğunu biliyorum. Zaten o şarkıları da canım çok yandığı zamanlarda yapmıştım.

- Yazmıyor musunuz artık? - 1997 yılından beri gitara dokunmuyorum. Sanki artık o devri kapattım gibi geliyor.

- Dönemleri kapatıp kapatıp sonra arkanıza bakmadan devam edebiliyor musunuz ? - Arkama baktığım zaman takılıp kalıyorum ve yeniden hüzünleniyorum. Yaptığım hataları görüyorum, kafamı duvardan duvara vuruyorum çünkü pişmanlıklarım da var. Geçmişe baktığım zaman takılıp kalıyorum ve bu benim ilerlememi durduruyor. Ya öyle olursa, ya böyle olursa diye düşünüp duruyorum.

- En büyük korkunuz nedir, hangi korkuda kaldınız? - Geçirdiğim araba kazası beni çok etkilemiş. Başıma bir şey gelir de elden ayaktan kesilirsem ne halt ederim korkusu yaşıyorum. Bu bende fobi haline geliyor bunu da kendi kendime yenmeye çalışıyorum. Hastalanırsam diye o kadar korkuyorum ki doktora gitmiyorum.

- En huzurlu en sakin en keyifli döneminizdesiniz, peki başka hiç kimseye ihtiyaç duyulmuyor mu? Bir aşk, bir erkek, bir yaşam arkadaşı... - Hiç duymuyorum. O kadar doluyum ki, bir sokağa çıkıyorum sarılan sarılana. Çok keyifli bir zamanımdayım ve bunun tadını çıkarıyorum. Dünyaya artık o dediğin gibi bakmıyorum zaten.

- Peki dünya size öyle bakmıyor mu? - Bakmayan kadın görmez. Ben öyle olmadığım için, adam öyle baksa da zaten iki dakika sonra ay allah kahretsin diyordur. Nasılsın yavrum diyorum, torun muamelesi yapıyorum adama. Çünkü ben öyle bakmıyorum. Öyle bir şey çıkmıyor vücudumdan. Hormonlarım bitti galiba. (Gülüyor) Bundan da son derece mutluyum, hiçbir sıkıntım yok. Gördüğün gibi yine giyiniyorum, süsleniyorum, rujumu sürüyorum, kendimi bırakmış dolaşmıyorum yani. Zaten hafif yan gözle bakan bile çarpılıyor, biz nereye dükkan açtık diye.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA