Türkiye'nin en iyi haber sitesi
REFİK DURBAŞ

Canlar ölesi değil...

Ölüm nedir? Ne demiş Epikür: "Yaşıyorsan ölüm senin için yok demektir; ölmüşsen sen yoksun artık." İmam Gazali'ye göre ise ölümün anlamı ancak bir hal değişmesinden ibarettir. Bu nedenle mi Yunus Emre, "Ten fanidir can ölmez, ölenler geri gelmez / Ölür ise ten ölür, canlar ölesi değil..." demiştir? Ölümdür dünyada çaresi bulunmayan tek dert. O 'asude ülke'ye gidenler bir daha dönmüyorlar, dertlerinin çaresi de belki tenlerini alıp gittikleri o yerde ama yoklukları da geride bıraktıkları yaşayanlar için ayrı bir dert kaynağı değil mi? 20'li yaşlarda genç fidanları, 'kardelen'leri terör belasına kurban verdiğimiz şu günlerde ölümden söz etmenin ne gereği var demenin zamanı mı? Peki, art arda verdiğimiz üç sanatçının ölümüne ne diyeceğiz? Üçü de hayatımıza, benim kişisel tarihime anlam katan ölümler: Erdoğan Tokatlı, Ferit Öngören ve İlhan Selçuk. Üç ölesi olmayan can. Erdoğan Tokatlı sinema yönetmeniydi. Edebiyata, özellikle de şiire en yakın duran bir entelektüel sinema adamı. Benim Çaylar Şirketten uzun şiirimden yola çıkarak aynı isimli bir film de yapmıştı. Ferit Öngören, karikatürist, ressam, düşün adamı, yazardı. 70'li yılların başında Yeni a dergisinin sahibiydi, ben ise onun yazı işleri müdürü. Nadir Nadi, İlhan Selçuk yönetiminin Cumhuriyet'ten uzaklaştırıldığı dönemde, gazeteden daha çok satan efsanevi Yeni a dergisinin yöneticisi. 12 Mart'ın o karanlık günlerinde 'muska' adını verdiği vinyetlerle günü geceyi aydınlatan karikatürcü. Türk sanatında, özellikle de şiirde Selçuklu sanatının izlerini arayan ilk araştırmacılardan biriydi. Kitapların kalorifer kazanlarında, sobalarda yakıldığı günlerde Yeni a dergisini 'kitap' muskalarıyla süslemişti. Ve tabii sıkıyönetim savcılığı da hemen soruşturma açmıştı. Oysa UNESCO, Paris'ten bu sayı için övgü mektubu göndermişti. Ferit abi, yağmurlu bir günde İstanbul'un öteki ucundan kalkıp, adliyeye gelmişti. Gerçi soruşturmaya gerek bulunmamıştı ama, "Türkiye bu, belli olmaz, yarın bir başka savcı bu dosyayı tozlu raflardan çıkarır, bir daha soruşturma açar," diyerek UNESCO'nun mektubunu soruşturma dosyasına koydurmuştu. Öylesine de uzak görüşlüydü. Ve İlhan Selçuk... Cumhuriyet'te 20 yıl birlikte çalıştığım, en az 15 yıl yazılarını okuyup düzelttiğim İlhan Selçuk. Yalnız yazılarıyla değil, tavır ve davranışlarıyla insana yaşama umudu aşılayan bir güzel adamdı. 12 Eylül'ün zor günlerinde, geç yaşımda yaptığım askerlik döneminde yazdığı mektubu nasıl unuturum? Şöyle demişti mektubunda: "İnsan bir şeyi ya yasaklandığı zaman ya da o şeyden yoksun kaldığında çok arar. Bilirim. Enfarktüs geçirince başımdan böyle bir olay geçti. Tam bir yıl içki içmedim. Doktorların istediği gibi yaşadım. Sözgelimi Adana kebabı mı canım istedi? Diyordum ki: 'Bir Çinli hayatında hiç acılı Adana kebabı yemiş midir? Hayır. Bunun için de mutsuz değildir.' Yoksunluklar, yasaklar, yokluklar da yaşamın tadını anlamamıza yarıyor." Saçtıkları ışıkla yaşamımızı aydınlatmayı sürdürecekler...

İNADINA ŞİİR
Açmadan soldu gençliğim
Gülüm
Geçen zaman gelen ölüm
REFİK DURBAŞ

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA