Günlerdir Alberto Manguel'in Kelimeler Şehri (YKY) kitabında yer alan bir cümleyle yaşıyorum: "Kelimeler bize sadece gerçekliği bağışlamakla kalmaz, bizim için gerçekliği savunabilirler de..." Manguel, bu savına gerekçe olarak da şu anekdotları aktarıyor: Ortaçağ'da İrlandalı şairler arpa ve buğday tarlalarını zararlı haşerelerden korumak için (o zamanlar GDO henüz yoktu) 'sıçanları öldüresiye kafiyeye boğarlarmış', bir başka deyişle haşarat yuvalarının bulunduğu tarlalara doğru şiirler okurlarmış. Bir başka anekdot: Rama'nın Yaptıklarının Kutsal Gölü'nün Hintli şairi Tulsidas, 16. yüzyılda kral tarafından cezalandırılarak bir kuleye hapsedilir. Şair, hücresinde tek başına yaşarken şiirlerini yüksek sesle söyleyecek ve ezberden okunan bu mısralardan fırlayan kahraman maymun Hanuman ve ordusu, kuleye dalarak yaratıcısını kurtaracaktır. Tulsias'dan iki yüzyıl sonra da kimilerine göre insan kılığında şeytan, kimilerine göre de arzuların dizginlerinden kurtulmasını savunan özgürlük savaşçısı sayılan Marquis de Sade da elinden kalem kâğıdı alındığı için Paris'te yattığı hapishanenin duvarlarını dışkılarından oluşan kelimelerle doldurmamış mıydı? Bizim 'vatan şairi' Namık Kemal'i de Magosa zindanında zinde tutan, taş parçalarına sardığı kâğıtlara nakışladığı kelimeler değil miydi? Dönelim yine Alberto Manguel'in yazdıklarına... Franz Kafka'nın büyük bir aşkla sevdiği, mektuplar yazdığı sevgili Milenası, onun ölümünden 16 yıl sonra, 1940'da Naziler tarafından tutuklanmış ve toplama kampına gönderilmiştir. "Hayat bir anda tersine dönmüş gibiydi: Hayatın sonu olan ölüm değil, ortada işlenmiş bir suç olmamasına rağmen ve görünür bir amaç olmaksızın, çıldırtıcı, anlamsız ve merhametsiz bir ıstırap hali hüküm sürmekteydi," diyor Manguel. Bu sırada Milena'nın bir arkadaşı, bu kâbustan kurtulmak için bir yöntem geliştirir. Çok eskiden okuduğu ve farkına varmaksızın belleğinde sakladığı kitapların yardımına başvuracaktır. Maksim Gorki'nin Bir İnsan Doğuyor adlı yapıtı da ezberinde kalan kitaplar arasındadır. Bir delikanlının Karadeniz sahilinde dolaşırken acılar içinde feryat eden bir köylü kadın ile karşılaşmasını anlatan öykü, Milena'nın arkadaşı için bir sığınak, günlük yaşamın dehşetinden uzaklaşarak inzivaya çekileceği küçük ve güvenli bir yer olmuştur. "İçinde bulunduğu acı duruma bir anlam kazandırmamış, onu açıklamamış ya da haklı göstermemiş, geleceğe dair bir umut dahi vermemişti. Yalnızca bir denge noktası olarak ona karanlık bir felaket döneminde ışığı hatırlatmış ve hayatta kalmasına yardım etmişti," diye noktalıyor sözlerini Manguel. Doğrudur, hikâyeler belleğimizdir ve gücünü de bundan almaktadır. "Hayatım romandır," ya da "Hayatımı anlatsam roman olur," deniyor ya, fazla inanmayın. Siz yine de yaşamınızdan hikâyeyi eksik etmeyin.