Yenikapı, bizim kuşağın ikinci üniversitesiydi. İstanbul, şimdinin nüfusunun neredeyse beşte biri... Anadolu'ya giden-gelen otobüsler, Sirkeci tren garının arka sokağını mekân tutardı. Çünkü Sirkeci, İstanbul'da Anadolu'nun başkentiydi. Şimdilerde 'kampus' diyorlar, bizim kuşağın 'kampus'ları Hukuk ve Fen Fakülteleri kantinleri dışında Çınaraltı, Marmara Kahvesi, Hasıraltı ve en çok da Yenikapı'ydı. Yenikapı'nın başkenti de 'Kemal'in Kahvesi'... Yenikapı, bizden önce '50 kuşağı' edebiyatçılarının da mekânıydı. Hatta daha önceki kuşakların da... Çünkü Beyazıt'taki üniversitenin taş yapıları, Fatih'ten Gedikpaşa'ya, Nişanca'dan Şehremini'ne, Yenikapı'dan Saraçhanebaşı'na kadar öğretim üyesi ve öğrenciler ile yazar ve sanatçılarla kuşatılmıştı. Yenikapı, bütün bu yazar, şair, öğretim üyelerinin; gerek yurtlarda kalan, gerek evleri ortaklaşa 'pansiyoner' olarak kullanan öğrencilerin soluk aldığı bir alandı. O yıllar Kemal'in Kahvesi, bu alanın en gözde mekânıydı. Mehmet Barlas'ın ufuk yelkeni, bu kahvede açılmıştı politikanın okyanusuna... Ali Poyrazoğlu, Prof. İsmet Sungurbey, Doğan Hızlan, Konur (Ertop) bu kahvede, günbatımının rengini çaylarına şeker niyetine atarlardı. Sami Hazinses, yeni bir film için davet mektubunu bu kahvede beklerdi. Yavuz Özkan, sonraki yıllarda çekeceği filmlerin düşlerini bu kahvede kurardı. Utku Varlık, bu kahvede grafiklerinin gizeminde kaybolmaya başlamıştı. Gar Gazinosu'nun yanındaki kulübesinde 'zula'dan esrar içerken tuttuğu balıkları "Bizim denizin balıkları bunlar," diye öğrencilere bedava dağıtan İşçi Partili Arap Muharrem'i kim yazacak? Onun karşısında, meyhanesinin bodrumunda askerlere 'kaçak' içki veren Melahat Abla'nın hikâyesini kim? Şimdi 'kadim' Yenikapılı, avukat Münir Göker, www.munirgoker@com'da Yenikapı'nın özel tarihini yazıyor küçük hikâyeler halinde... Kimler mi var hikâyelerde? Kemal Bey, Mavro Yahya Arapoğlu, Zangoç Turgut, Şehirbay, Can Paşa, Gıdasız Erdoğan, Tırtıl Nizam, Uygur Konrapa, Savaş, Tunga, Feylezof Zühtü, Spritüel İsmet ve tabii kendisi, yani Bambino... Göker'in yazdıklarından bir bölümü aktarmak istiyorum: "Kemal Bey kanaryasının kaçırılmaması için kafesin yanına nöbetçi tutmuştu. Kanaryanın inanılmaz bet sesi var. Her şeyi bilen üstadımız Can Paşa, kanaryanın bet sesinden gıcık olan tiyatroculara: 'Siz sesten ne anlarsınız birader... Hafız Burhan adeta...' diye, müzik ve ses bilgisini ortaya koyardı. Bir gece yarısı Savaş, kafesin kapağını açarak kanaryayı parmaklarının ucuyla okşadı ve Hamlet'ten bir sone okuyarak kuşu azat etti: 'Güneşin batışından şüphe ediniz, yıldızların doğuşundan şüphe ediniz, size olan aşkımdan asla... Hadi uç kanarya,' diyerek... Ertesi gün kafesin içinde ağzı kırmızı boyayla boyanmış minicik bir kedi yavrusu viyaklıyordu. Herhalde kanaryayı o alçak kedi yemişti. Savaş, kediyi dövmeye falan kalktı. Savaş, geçenlerde yitirdiğimiz tiyatro sanatçısı sevgili Savaş Dinçel tabii..." Münir Göker'in hikâyelerinde adı geçenlerden kimi bugün aramızdan ayrıldı; kimi sinemacı, avukat, öğretim üyesi, gazeteci, ressam oldu. Kimi şiir yazıyordu bıraktı; kimi hikâyeciliğini bugün de sürdürüyor. Düşlerini, düşüncelerini 'para'ya tahvil edenler de olmadı mı? Bunu da Göker'e sormalı... Göker'in kaleminde biçimlenecek Yenikapı'nın bu özel tarihi o kuşağın anısına mütevazı bir armağan olacaktır.