Anonim olan masal nedir? Bu halk edebiyatı türü ile yeni tanışan öğrenciler, masal ne demek diye sorabilir. Beş gruba ayrılan masal türleri hangileridir? Diğer türlerden hangi noktada ayrıldığını anlamayı sağlayan masal türü özellikleri nelerdir? Kısa masal örnekleri ile uzun masal örnekleri incelendiğinde, özellikleri bakımından benzer olduğu görülür. Masal örneği bilmeyenlerin mutlaka okumaları gerekir. Masalın tarihi gelişimi ise ayrı bir merak konusudur. İşte masal hakkında merak edilenler…
Masal Nedir?
Sözlü halk edebiyatı türü olan masallar, söyleyeni belli olmayan anonim eserlerdir. Gerçeklikle hiçbir ilgisi yoktur, bu bakımdan baştan sona hayal ürünüdür. Periler, cinler, devler ve Kaf Dağı gibi gerçek hayatta gerçekliği söz konusu olmayan varlıklardan ve mekânlardan bahsedilir. Karakterlerin, genellikle olağanüstü birtakım özellikleri vardır.
Bu türün ortaya çıkışı ile ilgili temel iki görüş vardır. Bazıları için masal mitolojiden türemiş, bazıları içinse antropolojik süreçlerin bir sonucu olarak doğmuştur. Mitler, zamanla masallara dönüşmüştür fikrini savunanlar vardır. Antropolojik açıdan bakıldığında ise masalların, insanların bir arada yaşamasından dolayı ortaya çıktığı düşünülür. Masal türündeki ilk eser ise Hint Edebiyatından, Beydeba tarafından yazılan "Kelile ve Dimne"dir. "Binbir Gece Masalları" da ilk örnekler arasındadır. Avrupa'da ise bu türün var olmasını sağlayan kişi, La Fontaine'dir. Aşağıda bu türün özellikleri verilmiştir.
Bir masalın, ilk kim tarafından çıktığı belli değildir. Zamanla ve anlatıldıkça, doğduğu toprakların dışına çıkar ve yayılır.
Yapısına bakıldığında mensur olduğu anlaşılır, ancak şiir ve düz yazı karışık (nazım-nesir) olanlarına da rastlanır. Aynı zamanda, serim, düğüm ve çözüm olmak üzere üç bölümden oluşur.
Konuları temelde, iyi ve kötünün çatışması üzerine kuruludur. İşkenceye ve haksızlığa maruz kalma, ezilme ve bu tip durumlar ile mücadele etmek söz konusudur.
Zaman ve yer kavramı, masallarda bulunmayan bir özelliktir. Genellikle, hayali veya çok uzak mekanlardan bahsedilir. Bunlardan bazıları, Kaf Dağı, Çin, Hint, ve Yemen'dir.
Geniş zaman kipi kullanılarak yazılan masallar genellikle, "evvel zaman içinde, kalbur saman içinde", "bir varmış, bir yokmuş" ve "gökten üç elma düştü" gibi tekerlemelerle başlar. Dilek bölümünde ise "onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine" gibi temennilerde bulunulur. Bu yüzden, çoğunlukla mutlu sonla biter.
Masal Türleri Nelerdir?
Türk Edebiyatındaki masalların sınıflandırılması, üslubun, yapının ve işlenen konunun incelenmesi ile olmuştur. Buna göre beş farklı masal türü bulunur. Bunlar, aşağıda verildiği gibidir.
Olağanüstü masallar: Adından da anlaşılacağı üzere baştan sona gerçeklikle bağdaşmayan konular işlenir. Karakterler, olağanüstü yeteneklere sahiptir. Cin ve peri gibi varlıklar bulunur. Okuyucuya ders vermeyi amaçlar.
Hayvan masalları: Hayvanlara, insani özellikler atfeden masallardır. Kahramanlar, tamamen hayvanlardan oluşur ve tıpkı insan gibi konuşur. Sonunda mutlaka çıkarılması gereken bir ders bulunur.
Güldürücü masallar: Eğlenceli ve komik öğeler barındırdığı için temel amacı güldürmek olan bir masal türüdür. İçinde birçok şaka ve komiklik bulunur.
Gerçekçi masallar: Bu türde, gerçek hayatta yer alan kişiler vardır. Sultanlar, padişahlar, şehzadeler, hocalar, krallar, kraliçeler, prensler, prensesler, düşkünler, zenginler, vb.
Zincirleme masallar: Bu masal türünün en önemli özelliği, olayların belli bir sıraya göre anlatılmasıdır.
Masal Türü Örnekleri Nasıldır?
Aşağıda, bu türe ait birkaç örnek verilmiştir. Bunlar, masalın özelliklerini daha iyi kavramaya yardımcı olur.
Tembel Kız
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde; pireler berber, develer tellal iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken bir karı koca varmış. Bu karı kocanın bir kızı olmuş. Kız, el bebek gül bebek büyütülmüş, ama hiç iş öğrenememiş. Bunun için adına Tembel Kız denilmiş. Bu kız o kadar tembelmiş ki yerinden kalkmaya üşeniyormuş. Anası babası ona bir gelberi yaptırmış. Kız da oturduğu yerden işini gelberi ile yapıyormuş.
Kızının evlilik çağı gelmiş. Anası babası kızı bir avcıyla evlendirmiş. Avcı ava gitmiş, bir ördek vurmuş. Eve gelmiş, ördeği temizlemiş, ateşe koymuş. Tekrar ava gitmek üzere hazırlanmış, karısına ateşe ördeği koydum, yanmasın bak demiş. Tembel Kız, olur demiş, demiş ama yerinden bile kalkmamış.
Aradan uzunca bir zaman geçmiş. Dilenci eve gelmiş. Tembel Kıza, hanımcığım Allah rızası için bir dilim ekmek demiş. Tembel Kız da yan tarafta mutfak, geç al cevabını vermiş.
Dilenci mutfağa girmiş. Bakmış ocakta ördek kaynıyor, almış ördeği, torbasına koymuş, tencerenin içine de ayaklarındaki pis çarıkları... Gelmiş, Tembel Kız'ın yanına. Bak hanımcığım demiş, ekmeği aldım Allah razı olsun.
Şimdi sana bir türkü söyleyeyim de ben gideyim. Türküyü şöyle söylemiş;Senin gaga benim torba içinde,Benim çarık senin çorba içinde,Sen yat kaba yatak yorgan içinde,Ben yiyecem gagayı orman içinde.
Dilenci türküyü böyle söylemiş, çekip gitmiş. Aradan bir zaman geçmiş, kızın avcı kocası gelmiş. Karısına ördek pişti mi? Demiş. Karısı olan biteni anlatmış, bak bana bir de türkü söyledi, sana deyiverem demiş, türküyü söylemiş.
O zaman avcı kocası durumu anlamış, karısına kızıp azarlamış. Ondan sonra Tembel Kız, tembelliği bırakmış. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine.
Kıymetli Tuz
Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde... Pire berber iken,deve tellal iken,ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken.Tıngır elek, tıngır felek demişler,bu masalı şöyle anlatmışlar.Bir varmış, bir yokmuş, evvel zamanda bir padişah ile bunun üç kızı varmış.
Bir gün bu padişah kızlarını başına toplamış, beni ne kadar seversiniz? Demiş. En büyük kız dünyalar kadar, ortanca kızı kucak kadar,küçük kızı da tuz kadar severim demiş.
Padişah küçük kızın cevabına çok sinirlenmiş, insan tuz kadar sevilir mi demiş, ardından küçük kızını cellada teslim etmiş. Cellat, kızı kesmek için dağa götürmüş.
Kız cellada yalvarmış, sen de babasın, bana kıyma demiş. Cellat, kızın yalvarmalarına dayanamamış, onun yerine bir hayvan kesmiş, kızın gömleğini kesilen hayvanın kanına bulayıp padişaha getirmiş.
Küçük kız yollara düşmüş. Az gitmiş, uz gitmiş, bir köye ulaşmış. Orada köyün zenginlerinden birine kul köle olmuş, büyümüş, çok güzel bir kız olmuş. Güzelliği ilden ile, dilden dile yayılmış, kısmet bu ya bir başka padişahın oğluyla evlenmiş.
Aradan bir hayli zaman geçmiş, başından geçenleri kocasına anlatmış, babamları yemeğe çağıralım demiş. Kocası da olur demiş. Gereken hazırlıklar yapılmış, padişah babası ziyafete çağrılmış.
Kızın padişah babası söylenen günde avanesiyle birlikte ziyafete gelmiş. Padişah ve beraberindekiler sofraya oturduğunda yemekler sırayla gelmeye başlamış. Ama kız, aşçısına bütün yemeklerin tuzsuz olmasını tembih etmiş. Padişah hangi yemeğe saldırdıysa eli geri gitmiş, yemeklerin hiçbirini yiyememiş.
O sırada küçük kızı padişahın sofrasından ayağa fırlamış. Padişahım, duyduğuma göre sen küçük kızını seni tuz kadar seviyormuş dediği için öldürtmüşsün demiş. Padişahın söz söylemesine fırsat vermeden işte o küçük kız benim demiş ve bütün yemekleri tuzsuz yaptırdım ki kıymetimi anlayasın sözlerini eklemiş.
Padişah yaptığından utanarak küçük kızının boynuna sarılmış, tuzun ne kadar kıymetli olduğunu anlamış. Ondan sonra yeni bir dönem başlamış. Onlar ermiş muradına,biz çıkalım kerevetine.
Üç Oğlan
Bir varmış bir yokmuş, yokmuşluğun varlığında varlığın darlığında bizim hindi asmaya bindi derken asmadan indi. Altı ayla bir güz durmadan gitti. Dağları yol gibi, ovaları sel gibi geçti. Temaşa, temaşa hoş geldin bayram paşa derken bir karı koca ile üç oğluna denk geldi. İmdi oturalım soğuk pınarın suyunu içerekten, çınarın gölgesinde yataraktan keyfimize bakalım. Arkasında da bir masal kuralım.
Çok eski zamanlarda bir varmış bir yokmuş, develer tellal pireler berber iken, ben anamın anasının anasının beşiğini tıngır mıngır sallarken bir karı koca ile üç çocuğu varmış. Gece gündüz demezler, günleri ayları bilmezler, gün yüzü görmeden evlerinde ömür sürer giderlermiş. Gün gelmiş, böyle ömür sürülmez denmiş de ana baba üçler, beşler, yediler, kırklar demişler, üç oğulları ile kendilerini yola vermişler.
Az gitmişler uz gitmişler, dere tepe düz gitmişler, altı ayla bir güz gitmişler de neden sonra bir dağın başında şırıl şırıl suyu akan bir pınara gelmişler. Su içelim derken çocuklardan birini çeşmenin yalağına düşürmüşler, birini bir kurda, birini de bir ayıya kaptırmışlar. Netsek neylesek diye telaşa düşmüşler. Sağa bakmışlar sola bakmışlar, çocukları kurtarmak şöyle dursun kendilerinin de tehlikede olduklarını görmüşler. Bey kaçmış, hatun kalmış, onu da bir dev yakalamış. Kaçan bey sonunda kurtulmuş, bir köye muhtar olup koltuğa oturmuş.
Bazen ümitsizlikler ümidi doğurur, derler. Tanrı büyüktür diye söylerler. Gerçekten de öyle olmuş. Yalağa düşen çocuk kurtulmuş, durmadan "Tanrım murat" diye söylenmeye başlamış. Ağzında çocuk olduğu halde kaçan kurdu çobanlar görmüş, peşine düşüp etrafını çevirmiş. Kurtulan bu çocuk da hep "Tanrım murat" diye söylermiş, Ya ayı ne oldu demeyiniz, mağarasına gitmiş, çocuğu bir güzelcene besler gözü gibi bilirmiş. O da ikide bir "Tanrım murat" diye seslenirmiş.
Bir gün gelmiş ayı yiyecek bulmaya gitmiş. Çeşme başındaki çocuk "Tanrım murat" diye ünlemiş. Mağarayı terk edip sesin geldiği yana gitmiş. Çeşme başına geldiğinde diğer iki kardeşini beraber görmüş. Sevincine diyecek yokmuş.
Dağlar durak, çeşme başları konak olmuş üç kardeşe. Büyümüşler, serpilip dalyan gibi delikanlılar haline gelmişler. Askerlikleri de gelip çatmış. Birbirlerimize kavuşmakla muradımıza erdik diyerekten şehre inmişler. Zaman dediğin nedir ki yel gibidir gelir geçer, su gibidir akar gider. Askerlikleri de geçmiş. Bir dertleri varmış o da anneleri imiş.
Çocuklar anne der ağlarmış. Baba da hatun der feryadı basarmış. Ah ettikçe dağlar inler, vah ettikçe gökler gürler, dağlar ateş olup yanarmış. Baba kapıları çalmış, feleğe dert yanmışta derdine yanan olmamış. Var varanın sür sürenin, bu dünya demini sürenin demişte keyfine bakmaya çalışmış. Ama hatunsuz edememiş, bulmak içi evini adayıvermiş. Meğer evi de dillere destanmış. Memlekete haber salmış ki:
"Devi kim öldürürse, hatunumu buraya getirirse ona canımdan da aziz bildiğim çok sevdiğim evimi vereceğim."
Sonra devin yerini bir iyice anlatmış, evini donatmış. Ev dediği ev değil, sanki bir sırça köşkmüş. Her yanı çiçeklerle donanmış, havası da pek temiz, suyu cana can katarmış. Yolları mücevher, kapıları zümrütten yapılı bir taht misali dil ile anlatılamıyacak, kalem ile yazılamayacak kadar güzel bir yemiş. Herkes şaşmış, ağzının suyu akmış. Rüyalardaki masal ülkeye kavuşmak için canla başla çalışmaya koyulmuşlar, eve kavuştuk diye sevince dalmışlar. Atalar sözüdür, el elden üstündür, görmeden düşü bilme işi. İş bilenindir, kılıç kuşananın. Üçkardeş de işini bilmiş, atlarına binmiş, kılıçları elde, palalar belde, devi öğendiler ya nerde, koşmuşlar oraya.
Kolay olmamış varmaları. Bazen yel olmuşlar dağdan dağa atlamışlar, bazen fırtına olmuşlar okyanuslar aşmışlar, bazen da sel olup ovalara akmışlar. Gün gelmiş boyu elli santimlik cüceye yenilmişler, zaman gelmiş dev bir orduyu bir kılıç şakırtısında yenmişler. Ama en sonunda devin bulunduğu mağaraya gelmişler. Kılıç şakırdatmışlar, topuk vurup deve bir selam çakmışlar. Dev şaşırmış, gelenler kimlerdir diye anahtar deliğinden bakmış. Kılıçlar inmiş dev boynunu bükmüş, gözleri şimşek çakarken ol dev oracıkta can vermiş.
Kapıyı açmışlar, analarının boynuna sarılıp ağlaşmışlar. Sevinçler dalga dalga olmuş, gözyaşları su gibi akıp çağlamış. Binmişler atlarına, var varanın sür sürenin diyerek gelmişler babalarının yanlarına. Önce baba şaşmış, benim oğullarım ha deyip sevinci basmış. O sevine dursun çocuklar ağlaşmış. Suya düşen almış sazı eline, vurmuş mızrabı ile teline de içinin acısını bir iyice dökmüş. Arkasından babasına seslenmiş.
"Ey kanım taşıdığım baba, baba olaydın beni suya düşürmezdin, başını alıp gitmezdin." Canavara kapılan da içini bir iyice dökmüş, o da kardeşi gibi babasına seslenmiş.
"Ey babam, baba olaydın canavarın kaptığı oğlunu yalnız bırakmazdın, keyf çatıp dünyanın zevk-ü sefasını sürmezdin."
Ayının kaptığı oğul da dayanamamış, seslenmiş:
"Ey babam, baba olan evlâdını ayı kapar da bakar mı?"
Hatun da feryadı basmış:
"Hatunu dev kapar da bey muhtarlıkta keyf mi çatar."
Bey haklasınız demiş. Boynunu bükmüş. Sarılmış çocuklarına almış hanımını yanına gelmişler anlatılamayacak kadar dillere destan güzel evlerine.
Gökten üç elma düşmüş, üçünden de biri birinden güzel üç kız çıkmış. Biri nar tanesi mi desem nur tanesi mi, diğer ise ay yüzlü şehla bakışlı, tatlı gülüşlü imiş, ömrü de yay kaşlı tatlı gülüşlü şeker gibi bir şeymiş. Üçünü de üç kardeş almış. Onlar ermiş muradına darısı sizlerin başına…
Üç Haylaz Masalı
Bir varmış bir yokmuş, Evvel zaman içinde, cinler cirit oynarken eski hamam içinde. Yellerin estiği, sellerin coştuğu bir ülke varmış. Ama ülke de ülke imiş ki; bir yanda devler tef çalar, öbür yanda çengiler oyun oynarmış. Ala gözlüler kara kaşa sürme çeker, fidan boylular göz edermiş. Dertliler derman, dertsizler de dert bulurmuş, Düzensizliklerle esenlikler bu ülkede kol gezermiş. Buna ese de şaşar, bizim kambur köse de. Derken efendim hindi asmaya biner, evim dermiş. Eşekler ahırda bir uzun türkü tuttururmuş. Derken işe tavuklar, ördekler de karışır tam bir bayram havası esermiş.
İşte bu ülkede bir de çiftlik varmış. Bu çiftlikte de boyu kısa, kendisi topalacık, gözü alçacık horoz; boyu uzun, gururu yüksek hindi; bir de beş parmaklı, alçak ayaklı badi, yani ördek varmış. İmdi oturalım masal taşına, görelim neler gelmiş bu üç haylazın başına.
Çiftliktir, yaşanılacak yerdir demeyin. Bülbülü altın kafese koymuşlar da ah vatan demiş. Bizim üç ahbap çavuşlar da öyle. Aşağı gitmişler, yukarı gitmişler. Geceyi gün, günü gece etmişler. Ama olmamış. Canları çok sıkılmış. Bir gün oturmuşlar, kafa kafaya verip düşünmeye koyulmuşlar. Kırda hayat var, bakın açmış bin bir çiçek, Lâlenin alı çiğdemin sarısı, ana can katar menekşenin kokusu demişler de çiftlikten çıkmaya karar vermişler. Tarlada dolaşalım, yüce yüce dağlar aşalım, gelin kaçalım demişler. Vermişler pek çabuk karar.
Yola koyulmuşlar. Az gitmişler uz gitmişler, dere tepe düz, yedi yılla bir güz gitmişler. Altıda bir üstüde bir bu yerin, bari sağ oldukça yaşamak gerek diye söylenmişler. Sağa sola bakmadan kaçmış üç ahbap çavuşlar.
Hava güneşli, açıkmış. Kırlar geniş, cana can katarmış. Gezmek, tozmak, yaşamak denmiş de yaşamalarına bakmışlar. Sürülen sefa kârımızdır diye hayıflanmışlar. Ama böyle yerler pek gezmeye gelmez, tehlikeler çoktur. Tehlikelerin olduğu yerde hayat yoktur. Akıllarına getirmemişler bu durumları hiç üç ahbap çavuşlar. Başıboş dolaşmışlar.
Dolaşmak güzel şeydir işi yolunda olana, üç haylaz düşünmemiş hiç bunu. Zaman akıp gitmiş. Ne su veren olmuş ne de ekmek. Geri dönmek de pek güç gelmiş. Yaptıklarına pişman olmuşlar, ama çiftliğe dönmeyi de onurlarına yedirememişler. Birbirleri ile bakmışlar bakışmışlar, kişi ne çekerse kafasından çeker demişler. Ağrısız başımız, pişmiş aşımız vardı. Yolumuz açık, karnımız toktu. Ne düşüncesiz aklımız varmış, kaçmışız demişler. Ama iş işten geçmiş. Akşam olmak üzere imiş. Alaca karanlığın çöküşü ile gecenin korkusu başlamış. Derken dağın izli bir yerinden bir dev çıkagelmiş. Neye uğradıklarını şaşırmışlar. Karşı gelsek, güç yok. Gelmesek hayat yok demişler de kaçalım, belki kurtuluruz diye düşünmüşler. Koyulmuşlar yola, varmışlar Hindistan'a
Hindistan bir âlem. Ortalık düğün bayram. Kazanmanın yolunu aramışlar. Hokkabazlık yapıp iyi para kazanmışlar. Aldık yükümüzü, tamamladık gayri geçimimizi, gelin gidip kuralım evimizi demişler.
Nasiptendir her şey bu dünyada. Aç gözlü olmayacaksın, fazla da uzamayacaksın. Ama bizim üç ahbap çavuş uzamış, dönüp dolaşıp gelmişler bir mağaraya. Meğer orası devin hazinesi ile doluymuş, görenlerin gözlerini alırmış. Bizim üç ahbap çavuşların da gözlerini almış. Derken başlamışlar aşırmaya, ama tamamen kurtulduk demeye vakit kalmamış, umulmadık bir yerden çıkan tilki üç haylazı avlamış.
Ne diyelim, akılsız başın cezasını kişinin kendisi çekermiş. Onlar da çekmişler cezalarını, darısı bizim akılsızların başına.