Günden güne gelişen teknolojiyle beraber tüm bilgilere ulaşımın kolaylığı da artmış oldu. Artık merak ettiğimiz en zor konular hakkındaki bilgilere bile internet ortamında rahatlıkla ulaşım sağlayabilmekteyiz. Bu biz insanlar için gerçekten çok iyi bir avantaj durumunda. İnternet kullanıcıları arasında bakıldığında da en çok merak edilen araştırma konularından biri de hilye ve Hilye-i Şerif'in ne anlama geldiği olmuştur. Yazımızda bizler hilye nedir, Hilye-i Şerif ne demek, dinde ne anlama geliyor, edebiyatta örnekleri neler gibi konular hakkında açıklamalar yaparak sizleri bilgilendirmeyi amaçladık. Yazımızı okumaya devam ederek bu bilgilere ulaşabilirsiniz.
Sözlük anlamıyla "süs, ziynet, kolye" gibi anlamları olan hilye mecazen de "yaratılış, suret ve güzel vasıflar" denmektedir. Kelime Osmanlı kültüründe Resul-ü Ekrem'in vasıflarını, bu vasıflardan bahseden kitap ve levhaları ifade etmek için kullanılmıştır. Tük Dil Kurumuna göre hilye kelimesi şu şekildedir: Hz. Muhammed'in dış görünüşünü ve niteliklerini tasvir eden manzum ve mensur eser.
Hilye-i Şerif Hz. Muhammed'in (SAV) fiziki halinin betimlenerek anlatıldığı halidir. Peygamber'in ağır bir hastalık geçirdiği dönemde kızının ağlayarak "senin yüzünü bir daha nasıl göreceğiz" demesi üzerine Hz. Ali'ye (ra) yazdırdığı kelimelerden oluşan kendisinin resmidir. Hilye- i Şerif, Peygamber Efendimizin fiziki ve ruhi özelliklerini tasvir etmektedir. Müslümanlar arasında Hilye-i Şerif'in önemi de bu yüzden fazladır.
Hâkanî Mehmed Bey, 1598-99, Hilye-i Hâkanî
Hâkānî Mehmed Bey'in Hz. Peygamber'in fiziki özelliklerini anlattığı, türünün ilk ve en önemli örneği kabul edilen mesnevisi.
Süleyman Nahifî, 1689, Hilyetü'l-Envâr
Hakani'nin Hilyesi tarzında 2871 beyit hacminde bir mesnevidir.
Bunların dışında;
Müstakîmzade Süleyman Sa‟düddin Efendi, Şerh-i Hilye-i Nebeviyye (Hilye-i Nebeviyye ve Hulefa-i Erba'a)
Mevlevi Mehmed Necib Efendi, 1843, Hilye;
Rusçuklu Fethi Ali, 1843, Milad-ı Muhammediyye-i Hâkanîyye Hilye-i Fethiyye-i Sultaniyye;
Tırhalalı Murad Oğlu Ali (Hızrî), 1944, Nazmu'n-Nûr fî Silki's-Sürûr;
Mustafa Fehmi Gerçeker, Hilye-i Fahr-i Âlem gibi örnekleri sıralayabiliriz.