Resim ve heykel sanatına verdiği destekle adından sıkça söz ettiren Ekol Sanat Galerisi, ressam Ahmet Oran'ın, İzmir'deki ilk kişisel sergisine ev sahipliği yapıyor. Çocukken çamura şekil vererek sanat ile tanışan Ahmet Oran, içindeki sanat aşkıyla heykeltıraş olma yolunda emin adımlarla ilerlerken bir anda kendini resim sanatının içinde buldu. İstanbul'da Güzel Sanatlar Akademisi'nde Ahmet Çoker'in atölyesinde resim eğitimi alırken, her şeyi ardında bırakıp Viyana'ya gitti. Cebinde sadece 100 dolar ve yüreğinde hedefine ulaşacağına dair inancı vardı. Ne iş bulduysa yaptı. Viyana'da akademiyi kazandı, ama kendisini kabul ettirmekte çok zorlandı. Ancak önüne çıkarılan engeller, çok çalışıp Avrupa'nın önemli çağdaş sanatçıları arasında sayılmasını sağlayacak özgün işler üretmesine vesile oldu. Çağdaş Türk Resim Sanatı'nın Avrupa'daki temsilcisi Ahmet Oran ile sergi açtığı Ekol Sanat Galerisi'nde konuştuk.
Resim sanatına nasıl başladınız?
- Ömrüm boyunca sadece resim yapmak istedim. Çocukken çamurdan figürler yapıyordum. Annem, çok sıkıntı çekti benden dolayı. Evin her yerinden çamurdan yapılmış figürler çıkıyordu. İllallah demişti annem. Benim için çok büyük tutkuydu, bir zorunluluk resim yapmak. O yüzden hiç ara vermeden hep yaptım.
Viyana'da sanatçı olmak daha mı kolay?
- Hiç de öyle değil. Avusturya'da çok sanatçı var. Hareketli bir şehir, uluslararası programı olan birçok galeri var. Avrupa'nın ortası, bir kültür şehri. Dolayısıyla geleni gideni de çok. Rekabet çok. Viyana'ya gittiğim dönemde o kadar kolay değildi. Türkiye'ye biraz önyargı ve küçümseyen bir tavır vardı. Üçüncü dünyadan sanatçı değil, zanaatçı çıkar tavrı vardı. Kabul görmek kolay değildi. Avusturya sanat geleneği olan bir ülke ve belediyelerin galerileri var. Uluslararası sergiler organize ediyorlar, ancak bunu kendi sanatçısı ile düşünüyor, onu motive etmeye çalışıyordu. Ama her şeyden önce bu önyargı daha belirleyiciydi ve acı veren kısmı o.
Kendinizi nasıl kabul ettirdiniz?
- Çok çalışmanız, özgün olmanız, iyi iş üretmeniz lazım. Yarışmalar kazanıyorsunuz, sergilerde boy gösteriyorsunuz. Ondan sonra sizi görmezden gelemiyorlar.
Akademiyi bırakıp Viyana'ya gittiğinize göre varlıklıydınız demek ki?
- Yurt dışına çaktığımda cebimde 100 dolarım vardı. Başlangıçta bulduğum her işi yaptım, sonrasında takı tasarımı yaparak elişi pazarlarında sattım. İç mimarlık yaptım. Hemen sanattan kazanıp yaşıyor hale gelmek kolay olmuyor.
Nasıl çalışıyorsunuz?
- Resim yaparken yanımda kimse olmaz. Bazen 24 saat geçiriyorum atölyede. O kadar zaman geçirdiğiniz yerde resminize ait sorunlarınızı da yaşıyorsunuz. Dertleniyorsunuz, isyan ediyorsunuz, bağırıp çağırıyorsunuz. Çıkmaza düşüyorsunuz, ağlıyorsunuz belki de her türlü insani, inişli çıkışlı bir sürü durum yaşıyorsunuz orada.
Paletiniz başka ressamlarınkine benzemiyormuş...
- Evet, kocaman bir masam var palet olarak kullandığım. Üstü cam katlı. Onun üzerinde boyalarımı karıştırırım. Boyalarım öbek öbektir, tüpten sıkıp falan boya kullanmam. Ayrıca yıllardan beri fırça kullanmıyorum. Değişik aparatlarım, cetvele benzer ahşap çıtalarım, çubuklarım var. Onlarla çizip kazırım.
Birkaç resmi aynı anda yapıyorsunuz...
- Katmanlarla çalışıyorum. O katmanlar, daha ıslakken üzerine tekrar çalışıyorum. Bu sırada kimyasal kuruma devam ediyor. Bu yüzden sürekli vaktim var. Bu vaktimi çalışarak geçirmeye meyil ettiğim için elimde birkaç gün sonra bitmekte olan 4-5 tane resim oluyor. Günde en fazla 4 saat uyuyabilirim. Bu da beraberinde hiç dinlenmeden 4-5 günlük çalışmayı getiriyor ve tabii çok yorucu. Böyle bir zaman baskısı var üzerimde. Hiç durmadan 4-5 metrekare alanda kilolarca boyayı sürüyorsunuz ve duvar ustası gibi çalışıyorsunuz. Romantik bir şey değil.
Bu tempoya dayanmak için ne yapıyorsunuz?
- En fazla 1-1.5 ay sürdürebiliyorum. Sonra ciddi bir mola veriyorum.
Kimden esinlendiniz bu yöntemi kullanırken?
- Deneme yanılma sonucu vardığım bir nokta. Tabii ki böyle çalışan üstatlar var. O tekniğe vakıf olmak için çok deneyime sahip olmanız gerekiyor.
Sanat eserlerinin zor değer bulduğu bir dönem mi yaşıyoruz?
- Ekonomik iniş-çıkışları ilk sanatçılar hisseder. Satamamaya başlarsınız. İnsanlar daha ekonomik yaşamaya başlar. Çok tutkulu olanlar bu durumun önüne geçemez ama maceraya da atılmazlar. Daha emin oldukları sanatçıların eserlerini alırlar.
Viyana'daki sanatseverler Türk sanatseverlerden çok mu farklı?
- Bugün için haksızlık etmiş olurum, ama daha önce gördüğüm kadarıyla dışarıdaki daha donanımlı. Fakat değişiyor. Artık genç kuşak çok iyi takip ediyor, çok okuyor. Dünyayı da takip ediyorlar.