19. Yüzyıl Türk Tasavvuf edebiyatının en güçlü temsilcilerinden biri olan Mir Hamza Nigâri, Azerbaycan Bakü'de düzenlenen sempozyumla anıldı.
Hem Azerbaycan'ın hem de Türkiye'nin önemli bir değeri olan Prof. Dr. Aygün Attar'ın yaptığı Türkiye Azerbaycan Dostluk, İşbirliği ve Dayanışma Vakfı, Azerbaycan Milli Eğitim ve Kültür Bakanlıkları ile Diplomasi Vakfı'nın işbirliğinde Bakü'de düzenlenen Mir Hamza Nigâri Sempozyumu'nda İslâm dünyasının ve Türk dünyasının birliğinin önemi bir kez daha gösterildi.
Sempozyumda Azerbaycan Eğitim Bakan Yardımcısı Firudan Gurbanov, Türkiye Azerbaycan Dostluk, İşbirliği ve Dayanışma Vakfı Başkanı Prof. Dr. Aygün Attar ve Türkiye Bakü Büyükelçisi Cahit Bağcı önemli konuşmalar gerçekleştirdi.
Prof. Dr. Attar sempozyumda, Mir Hamza Nigâri'nin Azerbaycan'da hakettiği yeri bulmasını, daha iyi bilinmesini amaçladıklarını kaydetti.
Prof. Dr. Aygün Attar
*
MİR HAMZA NİGARİ KİMDİR?
Mîr Hamza Nigârî" 19. Yüzyıl Türk Tasavvuf edebiyatının en güçlü temsilcilerinden biri olup, Azerbaycan Türklerinden Nigâri mahlasıyla tanınan eş-Şeyh Seyyid Hamza Karabağî'dir.
Babası yöresinde Mîr Paşa diye tanınan Mir Rükneddin Bey, annesi (Gızhanım) Kızhanım'dır. Nigâri'nin daha altı aylıkken babası öldürüldüğünden on beş yaşına kadar ciddî bir tahsil hayatı olmamıştır. Annesinin ısrar ve yönlendirmesiyle Karakaş köyüne giderek Mahmud Efendi'den, bir süre sonra da Şeki'nin Dehne köyünde bulunan Şikest (Topal) Abdullah Efendi'den ders almıştır.
Nigâri mahlasını Karakaş köyünde iken, tahsiline yardımcı olan ve her türlü ihtiyacını karşılayan Nigâr adlı bir hanıma şükran borcunu ifa etmek için kullandığı söylenmektedir.
Azerbaycan Türkü olan bu mümtaz mutasavvıf şair, tahsil ve irfan hayatına genç yaşta geldiği Amasya'da, Nakşibendî şeyhlerinden Hâlid-i Bağdâdî'nin halifesi İsmail Şirvânî'ye (ö. 1270/ 1853) bağlanarak devam etmiştir. Sadrazam Mehmed Rüşdi Paşa'nın babası olan Şirvânî'nin yanında hem zahirî hem de batınî ilimlerde bilgisini geliştirmiştir.
Daha sonra dönemin yöneticileri tarafından haksız ve mesnetsiz bir şekilde zorunlu olarak göç ettirildiği Harput'ta ikamet ettiği evde vefat etmiştir.
Ömrü boyunca doğma ata-ana yurdu Azebaycan'ın Karabağ bölgesindeki Zengezur kazasının Cicimli köyünün hasretini yaşayan Nigârî, daha sonra sağlığında kendinin ısrarlı vasiyeti neticesinde, meftunu olduğu ve içinde pişip olgunlaştığı, buram buram Türk ve İslam kokan şehzadeler şehri Amasya'ya müritleri tarafından vefatından sonra getirilerek burada ebedi istirahatgâhına defnedilmiştir.
Daha açıkçası edebi bir lisanla söyleyecek olursak, "bir çarpan ama ayrı düşen iki yüreği birleştiren bir hasret köprüsü" gibi, bu şehirde asırlık çınar ağaçları misali kök salmış, dallanmış ve budaklanmıştır.
Eserlerinde ilahi aşkı oldukça yoğun bir şekilde işleyen 'aşk şairi' Nigârî'nin bu çok özel kişiliği ve manevi hususiyetleri yanında ayrıca çok güçlü, sağlam bir milli mensubiyet, milli bir hissiyat ve duruşu vardır. Onun iman, cesaret ve şecaatle donanmış fıtratı ve mücadeleci kişiliği Kafkasya bölgesinde Ruslara karşı yapılan savaşlara bizatihi katılmasına yol açmıştır. Yine bir kısım müridiyle gizlice Kars tarafına geçip orduya katılması, onun milli çehresinin ve kahramanlığının göstergesidir. İftiharla söyleyebiliriz ki bu yönüyle o; 19. yüzyılın ortalarında Kafkasya, Azerbaycan ve Doğu Anadolu'da (Kars'ta) Ruslara karşı verilen mücadelenin unutulmaz gönüllü önderlerinden birisidir.
Nakşibendî tarikatının tanınmış mürşitlerinden olan Nigârî bu açıdan bakıldığı zaman, Anadolu'yu fetheden bu aziz toprakları "Vatanlaştıran, Türkleştiren ve İslamlaştıran" kutlu ataları gibi yaşadığı, vardığı, gezdiği her toprak ve beldeye milli ve maneviyat tohumlarını ekmiştir. Her türlü mezhebi ihtilaf ve ayrıcalığı reddeden bu gerçek gönül ve maneviyat ehli muhterem zat:
Ne Sünniyiz ne Şii, Biz Halis Müslümanız,
Allah'ı Muhammed'i Ali seven Dostanız,
Ne Sünniyiz ne Şii, Biz Halis Müslümanız., mısralarıyla tıpkı nakış işler gibi gönülleri işlemiş, gergef örer gibi zihinleri örmüş, bulunduğu her mekân ve zamanda etrafında kocaman bir sevgi halesi oluşturmuştur.
Bu mânada Nigârî 19. Yüzyıldan itibaren özellikle Doğu Anadolu ve Kuzey Azerbaycan'da geniş halk kitleleri üzerinde daha ziyade dini, tasavvufî kişiliği ve şiirleri yönüyle beğenilen, şiirleri ezberlenen, mistik heyecanlara sahip bir mutasavvıf olarak manevi şan ve şöhret kazanmıştır.
Çok eski çağlara dayanan, oldukça köklü bir geçmişe sahip olan Türk medeniyeti İslamiyet dinini benimsedikten sonra da farklı inançları aynı bayrak altında hoşgörüyle tutan bir kültür olmuştur.
Bir milletin dil, edebiyat, sanat, medeniyetin çeşitli birimleri gibi, o milletin hayat felsefesi, inançları, ananeleri gibi ruhunun akislerini yansıttığı tutum ve davranışları da vardır ve bu değerler o milletin kültürünü meydana getirir.
Nigârî tıpkı merhum Umum Lider Haydar Aliyev'in söylediği "İKİ DEVLET BİR MİLLET" sözünün yaklaşık iki asır önce maneviyat, edebiyat, tasavvuf alanında vücut bulmuş şeklidir.
O, kimi zaman Nuri Paşa misali Azerbaycan'da vatanı için Ruslara karşı savaşırken, kimi zamanda Çanakkale savaşına katılan Azerbaycanlı gönüllü erler gibi Kars'ta Ruslara karşı tüfek tutmuştur.
Serhat şehrimizi can siperane koruyan askerlerimizle aynı mevzide kader birliği yapmıştır.
Sonuç olarak; milleti meydana getiren kültür unsurunun en önemli moral değerlerinin başında olan dilin, Nigari'de hassasiyetle korunduğunu görüyoruz. Zira aynı dili konuşan fertler aynı şuura sahiptirler ve bir milleti oluştururlar. Onun şiirlerinde kullandığı dil Türkiye Türkçesiyle birlikte Azerbaycan Türkçesidir.
Bu yönüyle Nigârî Türklüğün yaşadığı her coğrafyayı birbirine bağlayan en büyük köprünün, insanlar arasında yakınlaşma ve bütünleşmeyi sağlayan en sağlam bağın Türk dili olduğu gerçeğini ortay koymuştur.
Mesela Türk dil bilimci ve bilim insanı olan Kazan Türklerinden Abdürreşid Rahmeti Arat der ki; "Dil bir milletin özüdür. Başlangıçtan bugüne kadar olduğu gibi, bugünden sonsuz geleceğe doğru da her millî topluluğun en mühim ve değişmez bir temeli olarak devam edecektir. Bir dile sahip olmayan millet yoktur. Eğer bir millet şu veya bu sebeple kendi dilini kaybetmişse, o millet topluluk olarak ortadan kalkmıştır"
İşte onun Türkiye ve Azerbaycan Türkçesiyle söylediği gazelleri, koşmaları ve kasideleri, yalnız kendi müritleri arasında değil, geniş halk kitleleri tarafından da okunmaktadır. Nigârî'nin şiirleri, eski Türk geleneklerinde olduğu gibi, toplu halde çeşitli meclislerde kesintisiz yaşatılmaktadır.