Hayatımızda bazı olaylar vardır, onları yaşarken tam olarak nerede olduğumuzu, ne yaptığımızı ve nasıl bir tepki verdiğimizi çok net hatırlarız.
11 Eylül benim için kesinlikle bu olaylardan bir tanesiydi ve geçtiğimiz yıl Türkiye'de yaşanan darbe girişimi de bir başkası olarak kalacak. Aradan bir yıl geçti ve 15 Temmuz 2016 gecesi nerede olduğumu ve ne yaptığımı hala son derece net bir şekilde hatırlıyorum: İstanbul'da, görevini tamamlamış olan Başkonsolosumuz için verilen veda partisindeydim ve 87 yaşındaki babam, tatil için yanımıza gelmişti. Aslında keyifli bir veda partisi (ve babamı da gördüğüm için sevindirici bir eğlence) olmasını planladığımız etkinliğe, gittikçe artan bir inanamamazlık, korku ve Türkiye'nin geleceği için duyduğumuz son derece derin bir endişe damgasını vurmuştu.
Bir kriz olduğunda, Londra neler olup bittiğine ilişkin bilgi ister ve bu bilgilerin de hızla iletilmesini ister. İlk önce, diğerleri gibi, bizler de Boğaziçi Köprüsü'nde askerlerin ortaya çıkmasını bir terörle mücadele tatbikatı sandık. Ama, bu pek mantıklı gelmiyordu ve
Başbakan Yıldırım bunun demokratik bir şekilde seçilmiş Türk Cumhurbaşkanı'na ve hükümete karşı yapılan bir darbe girişimi olduğunu açıkladığında, gerçeğin ne olduğunu anladık.
Birleşik Krallık'ın Türkiye'ye tam bir destek vereceğine dair tek bir kuşkumuz olmadı. Başbakanımız Theresa May ve Dışişleri Bakanımız Boris Johnson, bu olaydan sadece bir kaç gün önce göreve başlamış olmasına rağmen bana Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı desteğimiz konusunda temin etmem yönünde çok net talimatlar verdi. Ayrıca bu dayanışma niyetimizi aktarmak icin, o gece Samsun'da olan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'na ve Spor Bakanı Çağatay Kılıç'a gece yarısından hemen sonra ulaşma imkanı buldum.
Britanyalı ve Türk personelim, o korkunç geceyi Türk dostlarımızla birlikte yaşadı. Elçiliğimiz, Çankaya'da Başbakanlık Ofisini'n ve Dışişleri Bakanlığı Konutunun hemen yanındaki biliyorsunuz bu iki bina da darbe girişimcilerinin hedefindeydi. Ve hem orada hem de İstanbul'da,
F16'ların ses duvarını aşan patlama sesleri, sessizliği bölüyor ve Londra'daki Bakanlarımızla yaptığımız telefon konuşmalarından bile rahatça duyulabiliyordu. Tüm bunların yanı sıra Marmaris'teki meslektaşlarım bir otelde, Cumhurbaşkanı'nın ailesiyle birlikte kaldığı ve ateşli silahların saldırısına maruz kalan otelin yakınlarındaki bir otelde kalan Britanyalı turistlere göz kulak olmaya çalışıyordu.
O darbeye karşı koyan Türk halkının sıradışı cesaretini daima hatırlayacağım. Aynı şekilde
Cumhurbaşkanı, Başbakan ve diğer
Bakanların liderliğini ve Meclis'te partilerden
aldıkları desteği de... Tabii
ki Meclis'e yapılan saldırı darbecilerin
demokrasiyi ve insan yaşamını hiçe
saymalarının bir sembolü haline geldi. Bunun nasıl bir his olduğunu çok iyi biliyorduk. 1974'te bizim Avam Kamaramız da 1974'te IRA'nın ve 1940'ta Hitler'in saldırısına uğramıştı. Son olarak o gece, özgür bir medyanın ne kadar değerli olduğunu da gördük. Televizyon kanallarının Cumhurbaşkanı'na ulaşmak ve Türk halkını sokaklara çağırmasına imkan sağlamakta gösterdiği başarılı gazetecilik sıradışıydı.
Çok kısa bir süre sonra, sokaklardaki kalabalığın darbeyi altetmeyi başardığı netlik kazanmıştı. Ama girişimin hemen ardından gelecek olan dayanışmanın hayati önem taşıdığını biliyordum.
Darbenin inanılmaz bir travma yarattığını görebiliyordum. Dolayısıyla takip eden günlerde Theresa May ve Boris Johnson'u Cumhurbaşkanı ve Dışişleri Bakanı ile görüştürebilmek için elimizden geleni yaptık. Ve Avrupa Bakanımız Sir Alan Duncon, darbeden sadece dört gün sonra Türkiye'ye geldi ki bence bu son derece önemliydi. Sir Duncan, Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yıldırım ile görüşme ve ağır hasar görmüş Meclis binasını ziyaret etme fırsatını buldu. Gerçekten duygu yüklü bir gündü. Ama en önemlisi Sir Alan'ın ziyareti Birleşik Krallık ve Türkiye arasındaki dayanışmayı açık ve net bir şekilde ve bizzat gözler önüne seriyordu.
Gerçek dostlar bu gibi zamanlar için vardır.
Tüm bunların gerek Cumhurbaşkanı gerekse Başbakan'da çok büyük bir izlenim bıraktığını biliyorum ve her iki yetkili de bu destekten dolayı Britanya'ya duydukları minneti hem halka açık hem de özel platformlarda pek çok kez dile getirdi. Türkiye Birleşik Krallık Büyükelçisi Abdurrahman Bilgiç, gene bu hafta bu minneti dile getirdi.
Tüm bunlardan sonra bir yıl geçti ve o gece hayatını kaybeden 249 kişiyi hala hatırlıyor ve demokrasi için ayağa kalkıp savaşanların cesaretlerini anıyoruz. O
gecenin yaraları pek çok insanın dimağından
uzun bir süre silinmeyecek. Ama
zaman her şeyin ilacıdır ve Türkiye, 15
Temmuz 2016 olaylarını geride bırakmaya
çalışırken umuyorum ki bunu, o gece
kendi halkının, yelpazenin tüm alanlarından
gelen politikacılarının ve gazetecilerinin
ayağa kalkıp savunduğu demokrasi
ve özgürlükleri korumak konusunda
yılmaz bir kararlılık göstererek yapacaktır. Birleşik Krallık, dostu ve yakın ortağı olarak, Türkiye'nin istikrar, hukukun üstünlüğü ve başarılı bir ekonominin temellerini oluşturan demokratik değerleri ve ilkeleri korumasına yardımcı olmak konusundaki kararlılığını sürdürecektir.
Ve darbenin ertesi sabahı kendisini gördüğümde, tüm gece tepemizde uçan F16'lar nedeniyle uyanık kalmış babamın eski bir diplomat olarak tepkisi... Bir Britanyalı soğukkanlılığıyla, sağ çıktığı üçüncü darbe olduğunu söyledi. Umalım ki o da Türkiye'de başka darbeler görmesin. Seçilmemiş askerler bir daha asla demokrasiyi devirmeye çalışmasın.
21'inci yüzyılın Avrupa'sında böyle bir küstahlığın yeri olamaz.