ABD'de Missouri eyaletine bağlı St. Louis kentinin Ferguson semtinde 9 Ağustos'ta 17 yaşındaki siyahi genç Michael Brown'ın silahsız haldeyken beyaz bir polis memuru tarafından vurularak öldürülmesi ve sonrasında çıkan olaylar ve tartışmalar da yılın en çok gündem yaratan gelişmeleri arasındaydı.
Olayın nasıl meydana geldiği konusunda, Brown'ın elleri havada ve sırtı dönükken vurulduğunu iddia eden görgü tanıklarıyla siyahi gencin polis memuruna saldırdığını savunan polis ifadeleri arasındaki farklılık günlerce konuşulurken, ülkede ırkçılık tartışmaları yeniden patlak verdi. Ferguson'da halk günlerce süren protesto gösterileri için sokaklara döküldü, polisin göstericilere sert müdahaleleri yoğun eleştiri aldı.
Polisin, normalde orduya özgü askeri teçhizatla donatılmış olması ve göstericilere karşı uyguladığı kaba kuvvet, uluslararası insan hakları kuruluşlarının da tepkisini çekerken, ABD Adalet Bakanlığı da Ferguson polisi hakkında kapsamlı soruşturma başlattı. 19 Ağustos'ta Ferguson yakınlarında göstericilerle polis arasındaki gerginliği görüntüleyen Anadolu Ajansı (AA) muhabiri Bilgin Şaşmaz da polisin sert müdahalesine maruz kaldı ve yaklaşık 6 saat gözaltında tutuldu.
Michael Brown olayından bir müddet sonra protestolar nispeten durulsa da olayla ilgili toplanan jürinin, beyaz polis memuru Darren Wilson'ın yargılanmasına gerek olmadığı yönündeki kararı, New York'ta siyahi Eric Garner'ı kaçak sigara sattığı iddiasıyla gözaltına alma girişimi sırasında boğarak öldüren polis memurunun yine jüri tarafından aklanması, ülkenin diğer kesimlerinde de benzer olaylar ve mahkeme kararlarının arka arkaya gelmesi, bu sefer tüm ülkeyi ayağa kaldırdı.
Başkent Washington'dan Los Angeles'e, New York'tan Chicago ve Oakland'a kadar ülkenin dört bir tarafı, bazıları hala süren protesto gösterilerine sahne oldu. Zaman zaman şiddet olaylarının da meydana geldiği gösterilerde, yol kapamaları, yağmalamalar, binaların ateşe verilmesi gibi vakalar yaşandı, çok sayıda tutuklama oldu.
Ülkenin alttan alta devam eden ve kanayan yarası olan ırkçılık meselesi, 2015 yılında da gündemde yer alacak gibi görünüyor. İlk siyahi başkan olan Barack Obama'nın başkanlığının son iki yılında bu konuda nasıl adım atacağı, kendisinden sonra olumlu veya olumsuz anlamda miras olarak kalacak.
CIA DÜNYAYA KARŞI UTANDIRDI
Senato İstihbarat Komitesi'nin 9 Aralık'ta açıkladığı, ABD Merkezi Haberalma Teşkilatı'nın (CIA) 11 Eylül saldırılarından sonra terör şüphelilerine uyguladığı işkence içeren sorgulama yöntemlerine dair raporu da yılın en çok tartışma yaratan ve tüm dünyada konuşulan konularından biri oldu.
CIA ve eski Başkan George W. Bush yönetimi, 11 Eylül saldırılarından sonra "kara bölgeler" olarak adlandırılan merkezlerde terör şüphelilerine uygulanan sorgulama teknikleri nedeniyle yoğun eleştirilere uğramıştı.
Yaklaşık 6 bin sayfalık raporun 528 sayfalık özetinden oluşan rapor, ilk kez bu tekniklere ilişkin detayları kamuoyuyla paylaştı.
Raporda, CIA'nın uluslararası hukukun dışına taşarak yakaladığı şüphelilere zarar verme ve acı çektirme taktikleri uyguladığı, hem yöntemlerin istihbarat toplamadaki etkisi hem de tutuklulara uygulanan tekniklerin boyutuna dair Kongre, Beyaz Saray ve kamuoyuna yalan söylediği gibi çarpıcı tespitler yer aldı. Rapor, CIA'nın terör şüphelilerine makattan yemek ve su verme, böcek dolu kutuya hapsetme, üzerlerine işeme ve dışkılarını yapmaya zorlama gibi düzeylere de varan çok sayıda işkence yöntemi uyguladığını ortaya koydu.
Rapor dünyada geniş yankı uyandırırken, ABD'de de eleştirildi. BM ve insan hakları kuruluşları, sorumluların yargılanmasını istedi. ABD Başkanı Obama da açıklamasında, "Bunlar, Amerika'nın dünyadaki duruşuna da ciddi zarar verdi. Bu nedenle bu yöntemlere bir daha asla başvurmamamız için Başkan olarak yetkilerimi kullanmaya devam edeceğim" dedi.
Dönemin ABD Başkanı George W. Bush ve Başkan Yardımcısı Dick Cheney ise CIA'nın uygulamalarını savunmayı sürdürdü. Bush, CIA çalışanlarını "vatansever" olarak nitelerken, Cheney de bu sorgulama tekniklerini uygulayanlara nişan verilmesi gerektiğini söyledi.
CIA'nın işkence raporu, ABD'nin insan hakları konusundaki tüm duruşunu zedeledi. Bu raporun 2015 yılında Obama yönetiminin dünyadaki konumunu ve müttefikleriyle ilişkilerini etkileyip etkileyemeyeceği ise merak konusu.
MÜTTEFİKLERLE ARAYA SOĞUKLUK GETİRDİ
ABD Ulusal Güvenlik Ajansı'nın (NSA) eski sistem analisti Edward Snowden'ın, NSA'nın telefon dinlemeleri, internet faaliyetlerinin gözlem altına alınması, hatta bazı yabancı liderlerin telefonlarının dinlenmesine kadar varan hem yurt içi hem yurt dışında sürdürdüğü operasyonlarıyla ilgili sızdırdığı bilgiler, ülke içinde geniş infiale neden olduğu gibi yurt dışında da ABD'nin bazı ülkelerle sorunlar yaşamasına yol açtı.
Bu tepkiler karşısında Obama, Amerikalıların telefon verilerinin toplu şekilde kayıt altına alınmasına son verilmesi dahil NSA'nın programlarının yeniden gözden geçirilmesine yönelik reform paketi açıkladı, yabancı liderlere yönelik de "zorlayıcı bir ulusal güvenlik maksadı olmadığı müddetçe, yakın dost ve müttefiklerimizin devlet ve hükümet başkanlarının iletişimlerini izlemeyeceğiz" şeklinde güvence verdi.
Obama daha sonra mart ayında Kongre'ye reform adımlarını hayata geçirecek bir yasa tasarısını kabul etmesi çağrısında bulundu. Ancak Amerikalıların telefon kayıtlarının NSA tarafından toplu halde tutulması uygulamasına son verilmesini öngören ve Apple, Google gibi teknoloji şirketleri ve sivil özgürlükleri savunan aktivistlerin de desteğini alan "USA Freedom Act" (ABD Özgürlük Yasası) adlı tasarı, NSA'nın programının terörizme karşı mücadelede çok önemli bir araç vazifesi gördüğünü savunan özellikle Cumhuriyetçilerin çabalarıyla Senato'da bloke edildi. Bu gelişme, Obama'nın NSA'da reform girişimine önemli bir darbe olarak yorumlandı.
Dolayısıyla yönetim her ne kadar büyük çaplı dinlemelerin önüne geçmeye çalışsa da bunu başaramadı ve hala gerek ülke gerek ülke dışında NSA'nın dinleme konusundaki geniş yetkileri devam ediyor.
Beyaz Saray o kadar da güvenlikli değilmiş
ABD'de 2014 yılında çok konuşulan konulardan bir diğeri de ülkenin en sıkı korunan binası olarak bilinen, güvenliğiyle ilgili belgesellerin yapıldığı ve kimsenin bilmediği özel koruma yöntemlerinin kullanıldığı gibi mitlerin bile bulunduğu Beyaz Saray'da art arda yaşanan güvenlik skandallarıydı.
Eleştiri oklarının hedefindeki kurum ise daha önce de mensuplarının kimi tartışmalı vakalara karıştığı, Beyaz Saray'ın korunmasından sorumlu Gizli Servis Teşkilatı oldu.
Beyaz Saray yıl içerisinde birkaç kez, binayı çevreleyen parmaklıkları aşma ve bina önündeki trafiğe kapalı alana arabayla girme girişimlerine sahne olurken, Başkan Obama'nın eylül ayındaki Atlanta ziyareti sırasında da hakkında üç mahkumiyet kararı bulunan silahlı bir kişiyle aynı asansöre bindiğinin ortaya çıkması, daha da ötesi, yine aynı ay, elinde bıçak bulunan bir kişinin Beyaz Saray parmaklıklarını aşarak yönetim binasının içine kadar ilerleyebilmesi "bardağı taşıran son damla" oldu.
Tüm bunlar Beyaz Saray ve ABD başkanların güvenliğini sağlamadaki "üstün" çaba ve teknoloji kullanımına dair tüm mitleri yerle bir etti.
Gizli Servis'in o dönemki direktörü Julie Pierson, Kongre üyelerince adeta "azarlandığı" bir oturumda olayın tüm sorumluluğunu üstlenmiş ve bir daha olmayacağını garantisini vermiş olsa da baskılar karşısında 1 Ekim'de istifa etmek zorunda kaldı.
ABD, 2014 yılını istihbarat ve güvenlik güçlerinin krizleriyle geçirdi. NSA reformunun gerçekleşememesi ve polislerin aşırı güç kullanımının hala önüne geçilememesi, 2015 yılında da güvenlik krizlerinin devam edebileceği sinyallerini veriyor.