Ne yaparsan yap, aşk ile yap, evet! Ne dediğin değil, nasıl dediğin olay, doğru! Açılır kapılar ardına kadar, kalpten gülersen, aynen! Kalanı detay, gerisi kolay, tamam! Ama hayat da sadece Kenan Doğulu'yla geçmez.
TUGFO ne yapar, ne eder mesela, haberiniz var mı? O da nesi mi diyorsunuz? Türkiye Gençlik Filarmoni Orkestrası.
Sabancı Vakfı'nın desteklediği TUGFO, Türkiye'deki bütün konservatuarlardan sınavla seçilen 100 genç ve başarılı müzisyenden oluşuyor. Kurulmasını sağlayan da Sabancı Vakfı, yedi yıldır ana destekçisi olan da. Amaç, Türkiye'nin tanıtımında da etkili olan bu projeyle, genç yeteneklere dünyanın en saygın isimleriyle aynı sahneye çıkma şansı vermek...
Türkiye Gençlik Filarmoni Orkestrası 20 Temmuz'da kampa girdi, 6 Ağustos'ta da yurtiçi ve yurtdışı konserlerine başlayacak. Orkestraya Berlin konserlerinde Sinem Altan adında genç bir piyanist de eşlik edecek. Ve pek çoğunuzun büyük ihtimalle ilk defa duyduğu bu isimden, kuvvetle muhtemel ki yakında daha fazla bahsedilecek.
Sinem Altan, Türkiye'nin en genç besteci piyanistlerinden... Ama Berlin'de bizde olduğundan daha meşhur... Sipariş üstüne bestelediği 'Hafriyat' isimli eserinin dünya prömiyerini de 16 Ağustos'ta orada yapacak zaten. Türkiye Gençlik Filarmoni Orkestrası'yla birlikte, Young Euro Classic Festivali'nde.
Sinem 1985 doğumlu. Ankaralı. Beş yaşında piyano dersleri almaya başlıyor, yedi yaşında ilk bestesini icra ediyor, on bir yaşındaysa Berlin Hanns Eisler Müzik Akademisi'ne kabul edilerek Almanya serüvenine başlıyor.
Sonrasında Berlin Sanat Üniversitesi ile Freiburg Müzik Akademisi'nden mühim mühim hocalardan piyano ve kompozisyon eğitimine devam ediyor. Birçok ödül alıyor. Saksafon, bağlama, ney ve orkestra için yazdığı bir eseri, Bielefeld Filarmoni eşliğinde seslendiriliyor.
Neukölln Operası'nda Türkisch für Liebhaber'in müzik yönetmenliğini üstleniyor ve dikkat çekiyor performansıyla. Akabinde Stadt der Hunde/Köpekler Şehri ve Tango Türk eserlerini besteleyip müzik yönetmenliğini yapıyor.
2009'dan beri Berlin Radyo Senfoni Orkestrası'nın kültürlerarası aile konserlerini yönetiyor. Çalışmalarının merkezinde Alman ve Türk müziği içerikli kültürlerarası diyalog var.
Tüm lise ve üniversite hayatı orada geçtiği, ayrıca da sanatsal imkânlar ve kültüre destek bizdekinin kat be kat üstünde olduğu için orada kalmayı sürdürüyor ama Türkiye'yle de bağlarını hiç koparmıyor.
'Hafriyat'ın hikâyesini şöyle anlatıyor hatta: "Bence bir eserin oluşumu da tıpkı bir inşaata benziyor. Bu hafriyat, çocukluğumda bıraktığım memleket ile şu anda yaşadığım yer arasında ilginç bir yola çıkardı beni. Zannediyorum bu hızlı soluklu eser ileride büyük bir süitin parçası olabilir. Aslında kalmak ile göçmenin sonsuz bir inşaat olduğu düşünülürse, bu da onun üzerine olan ilk refleks ya da tepki olabilir."
Berlin Başkent Kültür Fonu destekli de deLIGHTed Müzik Festivali'nin sanat yönetmenliği... Atze Müzik Tiyatrosu'nda başarılı bir proje... Sinem Altan henüz 30 yaşında ama bizdeki "Annaaaeee bitti!" tarzı 30'lukların tersine, 'büyük ve güncel eserleri'nden bahsedilmekte. Bağlama ve senfoni orkestrası için bestelediği konçerto onlardan sayılıyor (Berlin Konzerthaus salonunda seslendirilmiş).
Freiburg Tiyatrosu için hazırladığı şehir operası ve Münih'te sahnelenen Lotus Adası adlı çocuk operası da önemli bulunan işlerinden. Halihazırda Berlin Gorki ve Atze tiyatrolarında müzik yönetmenliğine devam ediyor.
Böyle kıymetli ve daha da gelecek vadeden biri anlayacağınız Sinem Altan. Demiştim hayat sırf Kenan Doğulu'yla geçmez diye!
Ben bitti demeden bitmez!
Karşındakini değerlendirmene sebep cümleler vardır. "Sen benim kim olduğumu biliyor musun?" en eski ve fenalardandır mesela.
İstediği kulübün kapısından mı çevrildi? Hesap fazla mı geldi? Trafikte çevrilip ceza mı yazıldı? "Sen benim kim olduğumu biliyor musun?" diye çemkirip diklenir bazısı. Yıllardır ve hâlâ.
Ünlücene babaların pahalı arabadan başka vasfı olmayan çiğ oğullarının ve kendi bizatihi hamların ağzından sık sık çıkan bu lafa en çok maruz kalanlar kapı elemanları, garsonlar ve de polisler herhalde. Onların hissi ve tepkisi değişkenlik gösterebilir ama benimki tek: Uzak olalım.
Söyleyeni sınıfta bırakan bir cümle daha var; o da daha ziyade ilişki kulvarında geçerli: "Ben bitti demeden bitmez."
Hafta içinde karşımıza saçılan bir evlilikte de böyle diyormuş koca, ünlü karısına.
Bunu işiten, zaten neredeyse hep kadın... Adam, yediremediği için kadının artık kendisini istememesini, böyle bir patronluk, üstünlük, 'Ben ne dersem o'culuk taslıyor.
Bu tıynettekiler sırf lafla kalmayıp dayağa, köteğe de geçiyor (ya da zaten en baştan geçmiş oluyor). Beş para etmezlerin, sözde sevdikleri kızı/ kadını, bitecekse ben bitiririm hesabıyla katlettikleri bir yer burası.
Çok daha ağır sıfatlar kullanabilecekken belki hafif kalacak ama bir de ilişki cahili bunlar. İlişki öyle bir şey değil ki; sen de ya da deme, bal gibi biter. O değil de bu bitirdi diye kimseye madalya takılmaz. İstediğin kadar yırtın bitmeyecek diye, bitti diyenden hayır gelmez. Ama işte bunlar da fizik kimya gibi... Lisede öğrenilir.