Eğitim sistemi dökülüyor. Bunu herkes söylüyor: Siyasetçiler, öğretmenler, veliler, öğrencileri işe alanlar ve hatta öğrenciler.
Bizim gazetede staj yapan liseli öğrencilerin de dahil olduğu bir grupla sohbet ediyorduk. Bazı arkadaşlar bozuk sistemin disiplinle (yani sopayla!) düzeleceğini sanıyor. Bu tepkici bir yaklaşımdır. Halbuki cesur olup ileriye bakmalıyız.
Asıl sorun,19'uncu yüzyıl sanayi toplumuna göre tasarlanmış olan öğretim sistemimiz. Yeni ekonomi, yeni teknoloji, yeni iletişim ortamı ise bambaşka bir yaklaşım gerektiriyor.
Mesela internetteki en temel sorunlardan biri yalan-yanlış haberler... O halde yeni ders, doğru bilgi ile yanlış bilginin ayırt edilmesi hakkında olmalı: Her an kuşkulanma, mantığını kullanma ve sürekli karşılaştırmalar yapma...
Peki mantıklı düşünme nasıl öğretilecek? Mesela sudoku dersleriyle... Sudoku, satranç gibi saf mantıktır.
Kuşku duymak ise soru sormayı gerektirir. O halde öğrencilere soru sorma teknikleri öğretilmeli. (Bizde hiç sevilmez soru soranlar. Çünkü defoları, yanlışları, eksikleri, cahillikleri ortaya çıkarır sorular.)
Karşılaştırma bölümünde, kafamızı karıştıran market fiyatları kullanılabilir: 9.95 liraya satılan 470 gramlık lor peyniri mi daha pahalıdır, yoksa 245 gramı 4.85 liraya satılan mı?
Böyle bir dersi yıl boyunca veya bir sömestr verecek öğretmenlerimiz var mı peki? İşte geldik zurnanın zırt dediği noktaya.
VEHBİ BEY'İN HAYAL KIRIKLIĞI
Koç Grubu'nun kurucusu rahmetli Vehbi Koç'un bir ara CHP'de siyaset yaptığını biliyor musunuz? Koç, 1946 yılında, dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün ısrarıyla CHP Parti Divanı'na girer. "Madem girdim, bari faydalı olayım" diyerek çalışmaya başlar.
İki yıllık süreçte, Kırklar Meclisi de denilen Divan'a çok sayıda teklif getirir. Ve ne olur? Okuyalım: "Her defasında teklifim okunur, zamanın bence önemli bir ekonomik meselesine temas ettiği halde, kimse kalkıp da bir çift söz etme zahmetine katlanmazdı. Sadece ilgilisine havale edilir, oradan da ses seda çıkmazdı."
"Ne teklif götürdüysem akıbeti değişmedi. Bu arada arkadaşlar arasında şaka konusu olmaya başladım: 'Vehbi Bey bu toplantıda yeni bir teklif yok mu?'"
"Amerikan yardımının iyi kullanılmadığını misalleriyle sayıp dökerdim. Arkadaşlar tek tek bana hak verirler, fakat bir tedbir alma konusunda zahmet edip fikir söylemezlerdi."
1948'den 2018'e geçen 70 yıl içinde kayda değer bir değişim oldu mu? Bilenler söylesin.
Kaynak: Vehbi Koç Anlatıyor (YKY)
SOĞUK FİKİRLER: TAVLA
Ne kadar mantıklı olursa olsun, insanların aklı bazı fikirlere yatmaz. Onlara sıcak bakamazlar. "Eski köye yeni adet getirme" derler. Arada sırada bunlardan örnekler vermeye çalışacağım. İşte bir tanesi: Ben olsam tavla oyununu, çağa uygun yeni müfredata koyardım. Mesela ekonomiyle ilgili bir dersin parçası olabilir.
Tavla, dış şartların getirdiklerini (iyi veya kötü zarlar) kendi lehine değerlendirme sanatıdır. Yani tavla, sanıldığından daha fazla hesap oyunudur. Şansın payı yüzde 40'ı geçmez.
Olayı tek oyun olarak düşünmeyin. Tek bir karşılaşmada, en acemi oyuncu, en ustayı yenebilir. Ama hayat bitmeyen bir mücadeledir. Karşılaşma durmaksızın devam eder.
İddia ediyorum: 100 oyunluk bir tavla maratonunda, hiçbir Türk usta, Batılı bir tavla ustasını yenemez. Çünkü Batılı ustanın oyunu strateji ve taktiklere dayanır. Bizimkisi ham yeteneğine güvendiği için kaybeder. Ve tabii zarları suçlar. (Her zaman suçlayacak birini buluruz, kendimiz hariç.)
Batıda yüzlerce tavla kitabı bulabilirsiniz. Bizde ise şu anda iki tane var, biri çeviri. İçinde tavla kelimesi geçen diğer kitaplar ise kız tavlamakla ilgili.
İŞTE TÜRK USTASI (!)
Bir tanıdığımın evindeki tadilattan söz etmiştim. Ev boyandı. Ancak bir duvarda sorun çıkmış. Usta boyayı sürmüş, önce iyi durmuş ama ertesi gün geldiğinde boyanın kabardığını görmüş. Tekrar sürmüş, yine kabarmış. Bunun üzerine başka marka sürmüş. O da kabarmış.
Durumu öğrenince dedim ki "Belli ki bu duvar sorunlu... Ya boya şirketini ara, onların uzmanları vardır ya da tecrübeli bir büyüğüne danış..." Ama bizimki kafasına göre bir deneme daha yapmış ancak yine duvara toslamış.
En sonunda şirketi aramış. Yol göstermişler. Uygulamış. Sorun çözülüvermiş.
Ancak bu arada günler geçti. Yani adam deneme yanılma yöntemini kullandı ve bizim emeğimiz, bizim zamanımız ve bizim paramızla tecrübe kazandı. İşte becerikli Türk ustası!