Bu konuyu yazmadan önce birkaç hafta bekledim. Çünkü birçok kişi eleştiriyi, "kötülemek, baltalamak" sanıyor.
Konu Cem Yılmaz'ın Arif v 216 filmi... Zevcenur Hanım bayılmış. İzlediğimiz günlerde epey tartıştık. Mesela, "Tüba Ünsal'ı gördün mü" diyor. Yoo, görmedim, kaçırmışım, görmem mi lazımdı?
"Zeki Müren'i canlandıran, Çağlar Çorumlu bence çok başarılıydı." Evet, ben de beğendim ama 'so what'?
"Hiç gülmedik" diyenler oldu. Ben de iki buçuk kere güldüm. Ancak o nokta önemli değil. Çünkü komedi filmi izlemek üzere gitmedim zaten.
Neyse... Bu filmin sorunu nedir diye düşündüm. Vardığım sonuç şu: Arif v 216'nın temel meselesi, olay akışının ve senaryonun zayıf olması.
İyi oyunculuk, fevkalade özenilmiş ayrıntılar, ciddi para dökülmüş dekorlar, ünlüler geçidi birbirine bitişik olan bu iki sorunu örtmüyor.
Anlatılan hikayenin seyirciyi alıp götürme gücü yetersiz. Meraklanmıyor, "acaba şimdi ne olacak" demiyorsunuz. Hikayenin konuşmalara aktarılma şekli de (senaryo) yetersiz. Birbirinin karşılığı olmayan diyaloglar var.
Şöyle diyelim: Cem Yılmaz muazzam bir standup'çı. ABD'dekilerden azı yok, fazlası var. Skeçte fena değil ama belli ki hikaye kurma ve senaryo yazma konusunda zayıf. Komedyenlik sonradan olmaz. Hikaye ve senaryo yazımı ise öğrenilebilir.
***
Ne kadar cimrisiniz?
Geçenlerde cimrilikte aşırıya gitmiş kişiler hakkında bir program izledim. Yaptıkları bazı şeyler, hiçbir alakam olmamasına rağmen utanmama yol açtı.
Mesela bir delikanlı vardı. Üye kardeşinin hakkını kullanarak, mahalledeki jimnastik kulübüne girebiliyordu... Giriyor da ne yapıyor; egzersiz mi? Yoo... Doğrudan duşa gidiyor ve kocaman bir spor çantayla getirdiği kirli tişörtlerini, yine orada duran sıvı sabunla yıkıyordu.
'Kahramanımız' bir başka gün iş görüşmesine gitmişti. Müdürün odasından çıkıp asansöre doğru yürürken, sekreterin yakınındaki dezenfektan tankını gördü.
Hemen çantasından sürekli yanında taşıdığı yarım litrelik boş bir plastik şişeyi çıkardı ve ağzına kadar dezenfektan sıvısıyla doldurup eve götürdü.
Programda bir de iki çocuklu bir ev kadını vardı. Bakımına para harcamak gerektiği için ön ve arka bahçedeki çim ekilecek alana yeşil halı koyuyordu. Malzemeyi de eskimiş, çöpe atılacak halılardan sağlıyordu.
Daha da ilginci çiçeklerdi. Diktiği bitkilerin tamamı plastik, yapay çiçeklerdi. Her gün bunların tozunu alıyor, hatta gerçek gibi görünmeleri için yapraklarına arı çıkartması yapıştırıyordu.
Programa konuşan bir komşu şöyle dedi: "Kar yağdıktan sonra bu çiçeklerin kırmızı, beyaz, sarı pırıl pırıl baş göstermesi çok tuhaf oluyor." (Sanırım, 'çok tuhaf' derken, 'çok gülünç' olduğunu ima ediyordu.)
Cimriler, davranışlarını 'tasarruf' ile gerekçelendiriyor. "Tasarruf etmek, parayı dikkatli harcamak iyidir diyen siz değil misiniz? İşte biz de bunu yapıyoruz. Bu sayede para biriktirmek mümkün oluyor" diyorlar.
Buradaki kritik nokta şu: Cimriler para kazanmaktan söz etmez. Yani zihinlerindeki denklem, kazanılmış olanı harcamama üzerine kurulmuştur.
Farsçadan gelme cimriden başka, bu alanda Ermeniceden geçmiş bir sözcük daha var: 'Pinti'... Ayrıca Arapça kökenli 'hasis' kelimesini de kullanıyoruz. ('Bahil' ve 'nekes' ise hemen hiç işitilmiyor.)
Bu kelimeler arasında ne fark var? Mesela pinti dendiğinde benim aklıma, kasiyer para üstü olan 5 kuruşu vermezse olay çıkaran bir kişi geliyor. Cimri ise 'vermeyen' bir kişiyi düşündürüyor bana. Mesela, artık ayağına olmayan, eski bir ayakkabısını dahi fakirlere vermeyen bir insan...
Peki, çöp kutularını karıştıran veya genel tuvaletteki sıvı deterjanı eve götüren kişiler için hangi kelime uygun? Hasis de, pinti de bu anlamı vermiyor. Buna karşılık cimrinin Farsçadaki anlamı 'soysuz, dilenci' imiş ki sanırım bu kelime o tiplere sanki daha uygun.
***
Sıkıcı kişinin sekiz günahı
Kabul etmek gerekir ki bazı insanlar sıkıcıdır. Peki, niye? Çevredekilerin (akrabalar, okul veya iş arkadaşları) onları sıkıcı bulmalarına yol açacak ne yaparlar (ya da ne yapmazlar)? İşte sıkıcı vatandaşların sekiz temel özelliği:
Sürekli yakınırlar. Hep kendi sorunlarından söz ederler. Başkalarının dertleriyle ilgilenmezler.
Yüzeysel, içeriksiz, incir çekirdeğini doldurmayacak konulardan söz ederler. Aynı olayları ve aynı hikayeleri anlatıp dururlar.
Ortamda o an konuşulan konunun dışına çıkıp alakasız bir şeyden bahsederler.
Heyecansız, tutkusuz konuşma şekilleri monoton olmanın ötesinde, bir cümle sonra ne diyecekleri bellidir.
Hiçbir değişik fikirleri yoktur. Standart, klişe, basit laflar ederler.
Bir konu açıldığında, verdikleri örnek kendi hayatlarından öte geçmez. "Ben şöyle seviyorum" demeyi önemli bir şey sanırlar.
Kahkaha atmazlar. Doğru dürüst gülümsemezler. Bir fıkrayı sevimli olmak veya yaranmak için anlattıkları hemen belli olur.
İnsanların tutkularıyla empati kuramazlar. Macera hisleri yoktur.