BASE adlı girişime bayıldım: 20 şehirden 31 üniversitenin güzel sanatlar fakültelerinden mezunların eserleri önce uluslararası bir jürinin karşısına çıkıyor. Jüri bin kadar eserden 108 öğrencinin eserini seçiyor. Ve eserler şu an Karaköy'deki Galata Rum Okulu'nda sergileniyor.
Sergi yarın (pazar) akşam bitecek. İmkanı olan çağdaş sanat meraklılarına tavsiye ederim. Bu arada birkaç not:
BASE'i Ali Kerem Bilge, İdil Berkant Bilge ve Aslı Boduroğlu organize etmiş. Olaya "Yeni nesil sanatçı platformu" diyorlar. (Resmi açıdan PR Departman şirketinin bir etkinliği.)
Çoğu eserin yanında sanatçısı da vardı. Kimi İstanbul'dandı, kimi Batman'dan... Kimi video çekmiş, kimi resim yapmıştı. Yürekleri pırpır ederek ilgi bekliyorlardı.
Bu fotoğraf, 9 Eylül Üniversitesi Fotoğraf Bölümü mezunu Yunus Emre Çınar'ın Kitschland isimli üç parçalı çalışmasından...
Bazılarıyla konuştum. Eleştiri ve önerileri can kulağıyla dinleyenler oldu. Farklı açıları ve fikirleri öğrenmeye hazırlardı. Birkaçı ise 'ben oldum' havasındaydı; ne deseniz boş, bir kulağından girip diğerinden çıkıyor.
Hocaların dikkatine: Öğrenci eserini üretirken, noktadan çizgiye, yaptığı her tercihin hesabını vermeli. "İçimden öyle geldi" diyen doğru falakaya!
Yeni eser arayan koleksiyoncular elini çabuk tutmuş, ilginç eserleri hemen satın almışlar. Perşembe öğlen 20'ye yakın iş satılmıştı.
Eserlerin satışı sanatçılara bırakılmıştı. (Halbuki yolun başındaki bir sanatçının fiyatlandırma yapması çok zor. Bence BASE bu işi profesyonelce ele almalı, ancak aracılık komisyonu düşük tutulmalı.)
İdil Berkant Bilge ile konuştum. "Amaç para kazanmak değildi; hatta bir miktar zarar ettik" diyor. Sponsorların büyük katkısı olmuş. Kimi maddi destek vermiş, kimi eserleri ve sanatçıları İstanbul'a taşımış.
İsim yapmış sanatçılardan kalburüstü koleksiyonculara, sektörün önemli simaları etkinlikte konuşmalar yapıyor. Mesela bugün kürsüde Taner Ceylan olacak, yarın Mehmet Güleryüz... (Program için www.base.ist adresine bakabilirsiniz.)
Sergide sekiz-10 eser vardı ki alın Bienal'e koyun asla sırıtmaz. Türkiye'nin dört bir yanından taze fikirlerin fışkırması insanı umutlandırıyor. Belli ki kasvet bitince rahmet başlayacak.
Özetin özeti: BASE, Türkiye'de yapılmış, hem de çağdaş sanat alanında bir ilk organizasyon olarak gayet başarılı. Gelecek yılı iple çekiyorum.
***
Hayvanseverler de empati bekliyor
Deyimi bilirsiniz: "İçime su serpti". Bana da öyle oldu: Adalet Bakanlığı'nın yeni programı, birkaç damla da olsa içime su serpti. Olay şu: Taciz, tecavüz, çocuk istismarı gibi olaylarda, hakim ve savcılar bazen öyle tavırlar alıyor ki saç baş yolmamak elde değil.
Sokak ortasında bir kadına saldıran herifin cezası, sadece "Pişmanım" dediği için indiriliyor mesela. Sonuç: Diğer mütecavizler bundan güç alıyor, "Ben de pişmanım der yırtarım" düşüncesiyle pervasızlaşıyorlar. İşte bu tip vakalarda hakim ve savcıların mağdurla empati kurması, onların duygularını anlaması için Adalet Bakanlığı bir eğitim programı başlatmış.
İlk ağızda üç haftalık kampla 100 hakim ve savcı, tiyatro sanatındaki rol yapma teknikleri kullanılan empati eğitimi almış.
Ancak haberde "hayvan meselesi" yoktu. Halbuki hakim ve savcıların, hayvan sahipleri ile de empati kurması gerekli. Daha yeni bir olayda "Hayvan can değil mal sayılır" şeklinde karar verildi. Olacak iş değil!
Halbuki... Bırakın kedi-köpek sahibi olmayı... Bırakın empati eğitiminden geçmeyi... Hayvan sevgisini konu edinen öyküler okumak veya hayvanlı bir-iki filme gitmek bile hayvan sahipleri ile empati kurmaya yeter. Hayvanlara ilişkin ürünleri pazarlayanlar reklamlarda hangi sloganı kullanıyor? 'Can dostlarımız'!
Bir serserinin arabamızı çizmesi ile kedimizin bacağını kırması aynı kefeye konabilir mi? Kuru temizlemecinin bir elbisemizi giyilmez hale getirmesiyle, problemli bir komşunun köpeğimizi zehirlemesi denk sayılabilir mi?
Ne zaman Türklerin hayvan sevgisinden söz edilse, akıllara Osmanlı'nın o güzelim kuş evleri geliyor. Tamam da, siz asıl bugünden örnek verin, verebilirseniz...
Ben hayvan sevmeyenlere hiç ısınamamışımdır. Mutlaka bir arızaları vardır.
Özetle: Yargı hayvan sahibiyle empati kurmalı, hayvana eziyet edenle değil.
***
Filmdi, gerçek oldu
Geçen haftanın en ilginç haberlerinden biri, acı-ağrı eşiği çok düşük olan, hatta bazen acıyı hiç hissetmeyen İtalyan Marsili ailesiyle ilgiliydi.
Mesela 52 yaşındaki anne Letizia Marsili, kayak yaparken düşüp omuz kemiğini kırmış. Hiçbir şey olmamış gibi araba sürerek evine dönmüş. Doktora ancak ertesi gün gitmiş.
Aslında bu yeni bir durum değil. Böyle insanlar var. Yeni olan, yıllardır bu konuda uğraşan bilimcilerin, olaya neden olan geni keşfetmiş olmaları. ZFHX2 adı verilen gen dönüşüme uğradığında, acıyı duymamaya başlıyoruz.
Bu keşif iyi mi oldu? Tartışmak gerek. Jean-Claude Van Damme'ın oynadığı 1992 yapımı Evrenin Askerleri adlı filmi hatırlar mısınız? Orada acı çekmeyen, ciddi yaralara rağmen savaşmaya devam eden askerler vardı.
25 yıl önceki bilim kurgu, artık gerçek olacak. Ordulara çalışan genetikçiler kolları çoktan sıvamıştır: Askerlerin ZFHX2 genini değiştirip savaşa sürecekler. Yakında sahalarda tekmelere aldırış etmeyen futbolcular görürseniz şaşırmayın.