İlkçağ'dan bugüne insanın hayvanlarla ilişkisi çok farklı aşamalar kaydetti. Özellikle de köpeklerle... İnsanoğlu köpeklerle kimi zaman dost oldu, yoldaş oldu; kimi zaman zehirli etlerle öldürdü onları, kimi zamansa topluca katletti. 12 yıl Türkiye'de yaşayan Fransız akademisyen Catherine Pinguet'nin Yapı Kredi Yayınları'ndan çıkan
İstanbul'un Köpekleri kitabı da işte böyle bir toplu katliamla başlıyor. 1910'da, Sultan II. Abdülhamid'in tahttan indirilmesinden ve Jön Türklerin iktidara geçmesinden bir yıl sonra, İstanbul'daki sokak köpeklerinin kökünün kazınmasına karar verilir. İlk iş yavrular yok edilir. Arkasından bu iş için özel olarak ayarlanmış ekipler yaklaşık 30 bin köpeği toplayıp Sivriada'ya götürür. Burada köpekler, açlıktan ve sıcaktan birbirlerini parçalamak suretiyle ölürler... İşin enteresan tarafı, bu toplu katliama rağmen bugün İstanbul'un sokak köpekleri sorununun hala sürüyor ve bir yandan köpeklerin, toplu olmasa da teker teker öldürülüyor olması. Pinguet'nin de insanhayvan ilişkisini araştırma ve böyle bir kitap yazma fikri bu şekilde ortaya çıkmış aslında. Altı-yedi yıl önce Cihangir'de bir kafede otururken, 40 yıldır o bölgede, sokaklarda dolaşıp halı satan Osman ve köpekleri dikkatini çekmiş. Onunla ve köpekleriyle ahbap olmuş. "Ancak daha sonra Osman'ın köpekleri de ortadan kayboldu, sanırım öldürüldü," diyor Pinguet. Derken kendi evinin sokağındaki zararsız, insanlarla dost bir köpek de feci halde dövülmüş olarak bulunmuş: "Herkes suçu tinercilere atmaya çalışıyordu ama ben dövenin tinerci olmadığını görmüştüm..."
BİR ZAMANLAR MUTLULARDI
Böylece Osmanlı'dan günümüze, sokak köpekleriyle ilgili mentalitenin izini sürmeye başlamış Catherine Pinguet. İslam'da ve diğer dinlerde köpeklerin yerini öğrenmiş, 1910 öncesi aslında İstanbulluların kendi mahallerindeki köpeklerle nasıl mutlu mesut bir hayat sürdüklerini, köpeklerin mahallenin güvenliğinden, hatta 'çöp toplayıcılığından' sorumlu olduklarını görmüş. Ancak Batılılaşma hareketiyle birlikte başta Fransa olmak üzere Avrupa toplumlarına özenildiğini ve hijyen endişesiyle sokakta köpek barındırmama fikrinin ortaya çıktığını söylüyor.
- 12 yıl İstanbul'da yaşadıktan sonra bir süre önce Fransa'ya geri dönmüşsünüz. Neydi İstanbul'da sokak köpekleriyle ilgili gördükleriniz?
- 12 yılda pek çok sokak köpeğiyle tanıştım, bir ilişki geliştirdim. Ama hiçbir sokak köpeğinin uzun süre yaşadığını görmedim. Türkiye'de çok fedakar insanlar var, sokak köpeklerine sahip çıkan. Ama sayıları çok az. Bir de Türkiye'deki hayvanlarla ilgili yasa, 'Sokak hayvanlarına yardımcı olun,' derken, büyük bir kitle de sokak köpeklerine yardım eden insanlara karşı çıkıyor. Çelişkili bir durum. Türkiye, Evrensel Hayvan Hakları Beyannamesi'ne imza atmış bir ülke. Belli cezalar var, sokak hayvanlarına kötü davrananlara karşı ama bugüne kadar o cezaların uygulandığına hiç şahit olmadım. Benim kabul edemediğim şeyse bulunduğu yere iyi entegre olmuş, ortamında kabul görmüş, zararsız köpeklerin birden bire ortadan yok olması.
- Daha önce Türk halk edebiyatı ve tasavvuf üzerine kitaplar yazmışsınız. Peki köpeklerle ilgili bir kitap yazma fikri nereden çıktı?
- Cihangir'de, sokakta halı satan Osman diye biri var. Osman'ın köpekleri var. Bir ara onun da bazı köpekleri ortadan kayboldu. Osman, bu konuya odaklanmamın sebebi oldu. İnsan-hayvan ilişkisi hakkında okumaya başladım.
- İlk çağdan itibaren insan-hayvan ilişkisini araştırmışsınız.
- Evet. Eski Mısır'da, köpek başlı insan olarak temsil edilen Anubis var ve ruhları yaşamdan ölüm tarafına taşıyan kişi. Eski Yunan çağında leş yiyen bir imajı var köpeğin. Biraz daha kompleks bir ilişki var o çağda. Hıristiyanlığın ilk başlarına geldiğimizde, yine leşleri yiyor, temiz olmayan, cinselliği faili meçhul olan bir hayvan. İncil'in yeni kitabında da eski kitabında da kötü bahsediliyor köpekten. Ama Kuran'da hiç kötü bir şey yok köpek hakkında. Kuran'da köpek cennete gider.
- Günümüzde nasıl algılanıyor?
- Reform yapan şu anki İslam, hayvanla hiç ilgilenmiyor. İslam'ın hayvanla ilişkisi biraz da tasavvufla ilgiliydi. Tarikatlar kapandı ve ilgi azaldı. 19. asırdaki İslam anlayışıyla şimdiki İslam anlayışı tabii ki aynı değil.
- Kitabı okumaya yeni başladığımda Türk toplumunu suçlayan bir yaklaşımda olacağınızı düşünmüştüm ama daha sonra 'medeni' Batı toplumlarını ve onlara özenip 'temizlik' için köpekleri ortadan kaldıran zihniyeti eleştirdiğinizi gördüm. Kendi ülkenizi de bu anlamda eleştiriyorsunuz.
- Bana göre hayvanlar, birtakım politikalar için sürekli bir neden olarak kullanılıyor. Yeni bir gündem yaratmak için malzeme oluyorlar. Kitabın Fransız yazımında, editör tarafından çıkarılmış bir bölüm var. Ben orada hayvanla bitkinin arasındaki ilişkiyi ele aldım. Hayvanla bitkiyi bence birbirinden ayıramazsınız. Nasıl bir ağaç kesmek yasaksa, köpeklere kötü davranmak da öyle olmalı.
- Yani 'Ağaca verdiğiniz değeri bir canlıya vermiyorsunuz,' dediğiniz için mi rahatsızlık yarattı?
- Evet.
- Batılı, gelişmiş ülkelerde hiç sokak hayvanı yok. Sadece sahipli hayvanlar var. Ama bir yandan siz kitapta, 'Fransa, en çok köpek terk edilen ülke,' diyorsunuz. Ne oluyor peki o köpekler, yani nasıl hiç sokak hayvanı olmuyor bu ülkelerde?
- Fransa'da 150 senedir sokak köpeği yok.
- Toplu katliamla mı yok edilmişler?
- 1845'te hayvanlara vergi uygulanmaya başlandı. O zaman pek çok insan köpeğini ya öldürdü ya sokağa attı. Ve tabii o sokağa atılan köpekler de öldürüldü.
- Peki 1910'daki katliamdan sonra İstanbul'da neden sokak köpeklerinin soyu tükenmedi?
- Böyle bir şey yapacaksan, sistematik olması lazım. 5-10 tane bile kalırsa köpekler kısa sürede yeniden çoğalabiliyor.
- Bugün de pek çok toplu zehirleme vs oluyor. Neden tamamen yok edilemiyorlar?
- Çünkü Türkiye'de hayvanların boş dolaşmasına karşı olan bir yasa yok. Hayvanların korunmasına yönelik yasa var ama o da doğru uygulanmadığı için sokak hayvanları ne korunabiliyor ne de tamamen ortadan kaldırılabiliyor. Fransa'da sahibi olmayan ya da dövmesi olmayan bir köpek ölü bir köpektir artık.