"Hadi çocuğum eve gel, akşam oldu. Yeter sokakta oynadığın, sofrayı kurdum seni bekliyoruz" diye bağırırdı annelerimiz, biz de "Beş dakka daha anne, nolurr" diye yalvarırdık arkadaşlarımızla biraz daha dışarıda kalabilmek için. Bu sahneyi, bu yazıyı okuyan hemen her ebeveyn yaşamıştır mutlaka. Belki de tebessüm dudaklarınıza çoktan oturdu bile. Biz büyüdük, anne-baba olduk. Ama bu cümleyi kuramıyoruz artık çocuklarımıza. Onun yerine, "Hadi çocuğum tableti bırak elinden, gözlerin kör olacak ekrana bakmaktan, telefonu bırak yemek yerken..." gibi cümleler kurar olduk. Evet, biz büyüdük ve değişti dünya. Ne bildiğimiz ebeveynlik kuralları geçerli, ne de tanıdığımız çocukluk!
Şimdi çocuklarımızı evden dışarı çıkarmak mümkün olmuyor. Kendilerine tabletleri ile öyle bir dünya kurmuşlar ki, bir çocuğu cezbedeceğini düşündüğümüz hiçbir teklife tav olmuyorlar. "Haydi kızım parka gidelim, haydi tatile gidiyoruz, haydi biraz havuza inelim ya da paten kaymaya ne dersin?" gibi tekliflere gelen yanıt, "Off anne, ben evden çıkmak istemiyorum." Evet, yeni nesil ev çocukları türedi. Evden çıkmak, o tabletleri ellerinden bırakmak istemiyorlar. Ne koyulan sınırlar ne de yapılan kavgalar buna mani olamıyor. Ebeveynler çaresiz, "nerede hata yaptık biz" diye düşünürken, çocuklar evlerde büyümüş oluyor. Bugün bu, yeni nesil ev çocuklarının durumunu masaya yatırdık. Uzmanlardan tespitler ve nokta atışı çözümler istedik.
TUĞBA YAĞAN/ UZMAN PSİKOLOG
Sosyal becerileri azalıyor
Eskiden çocukların ayrılma anksiyetesi yaşadığı evdeki oyuncakları olurdu şimdi bunların yerini oyunlar ve videolara karşı bağımlılık yaşadığı tablet ve ebeveynlerinin cep telefonları aldı. Sosyal becerileri de içine alan sosyal yetkinliğe ilişkin özellikler erken çocuklukta gelişmeye başlayıp çocuğun yaşantısındaki tutum ve davranışları etkiler. Bazı çocuklar ev ortamında tablet ve dizüstü bilgisayarlarından kopmak istemediğinde, ailesinin dışarıdaki etkinlik planlarına uyum sağlamak istemeyebilir hatta, ebeveynlerine karşı öfke, agresyon, tabletinden vs ayrılacağı için anksiyete, kızgınlıksaldırganlık gibi davranış problemleri gösterebildiğine şahit oluyorum kendi seanslarımda da. Yalnız burada unutulmaması gereken, erken çocukluk döneminde çocukların çevresel koşullarını belirleyenlerin ebeveynleri olduğu.
Bu yüzden çocuğun dijital oyun etkileşim süreçlerinde önemli role sahip olan onlar. Çocuklarına tablet ve cep telefonlarını satın almakta, kendi telefonlarını kullanmalarına izin vermekte, dijital oyunları kullanmalarına kredi kartlarından ödeme çektirerek oyun satın almalarına aracılık etmekte, süre ve içeriklerle ilgili de kısıtlamalar yine ebeveynlerde.
Ekrana düşkün olan çocuklar sosyal ortamlarda daha utangaç daha kaygılı daha içe dönük olur. Bu yüzden artık dışarı çıkmak isteyen çocuk sayısında azalma görülüyor. Çünkü yeni nesil çocuklar zaman, para ve enerjilerini dijital dünyada harcamaya eğilimli olmaya başladı. Ebeveynlerin en sık düştüğü hata; çocuklarıyla çatışma sonlansın diye, başa çıkmalarına gerek kalmayan, daha fazla efor sarf etmemek için çok küçük yaşlarda izin vermeleri.
Dijital araçların fazla kullanımı, beynin ön bölgesindeki prefrontal alanı baskılar ve bilgilerin beyinde işlenmesini zorlaştırır. Kişiliği ve sosyal davranışları kontrol eden beynin ön bölgesindeki prefrontal alandır. Kasları, denge ve koordinasyonu kontrol eden beyincikte, dil ile kelimeleri yorumlama becerisini sağlayan parietal lobda da değişiklikler var. Bu da yeni nesil ev çocukları için, o anane babaannelerin 'iyice yabani oldu bu çocuk' dediği sosyal anksiyeteyi tetikliyor.
Çocuklarda fazla sosyal medya kullanımı ödül hormonu olan dopamini salgılayarak çocuğa zevk ve haz verir. Bu ihtiyacını bu yolla karşıladığı için anne babaların dış ortamda sunduğu o plan programlar çocukları artık cezbetmeyebiliyor.
Çocuklarınız sevgi ve ilgi ihtiyacını sosyal medyadan karşılamasın. Çocuğunuzun böyle olmasında psikolojik bir etken olup olmadığını sorgulayın. Sevgi, ilgi ve değer görme ihtiyacını elinden düşürmediği o cihazların içinden karşılamaya çalışıyor olabilir.
Aile kurallarınız ritüelleriniz olsun, örneğin belirli günlerde belirli zamanlarda birlikte vakit geçirme günleri ya da saatleri gibi... Çocuğunuzun hayatına sporu katın. Beraber yapabileceğiniz ortak etkinlikler bulun. Kalabalık oyunlar çocuklara ilişki ve iletişim kurmayı öğretir.
EROL ERDOĞAN/ SOSYOLOG-YAZAR
Çocuk dostu şehirler lazım
Bir tanıdığımın kedisi var. Evde büyütülmüş, yemeğini evde yemiş, tuvaletini evdeki kuma yapmış, sokağı bilmiyor, dışarıya çıkarılsa eve kaçıyor. Sokak onun için büyük bir bilinmezlik hatta tehlikeler dünyası. Bizim bir kedimiz var; ofiste geziniyor, bahçeye çıkıyor, kalorifer peteğinde ve çayırda uyuyor. Arada çekip gidiyor, sonra dönüyor.
Oyun Sözü çalışmalarını yürütürken, Gümülcine'de 10-15 çocukla çekim yapmak isteyince aileler çocuklarının sıkılacağı gerekçesiyle çekimin kısa sürmesini istediler. Bir parkta çekimlere başladık. Çocuklar, oyunlara öyle kaptırdılar ki, planlanan vakti ikiye üçe katladık. Sıkıldık, gidelim, telefon isteriz, açız demediler. Aileler de çok şaşırdı.
Anlattığım üç hâlden, insan ve mekân ilişkisine dair çıkarılacak dersler var. Aslında kediler ve çocuklar arasında benzerlikler gözlemlerim hep. İnsanı tanımlayan temel iki unsur zaman ve mekândır. İnsan bu iki unsuru eksik yaşarsa eksik kalır. Bir çocuk hep evde veya hep sokaktaysa, fiziki, sosyal, kültürel ve psikolojik gelişimi eksiktir.
Sokak, her çocuğu çağırır. Çocuğun sokağa çıkmayıp evde kalmayı yaşam tarzına dönüştürmesi hayatın olağan akışına aykırıdır. Bunun için, sokağa çıkmak istemeyen çocuk meselesini önemseyelim.
Bir aile, çocuğuyla ilişkilerde "rehber aile" olmak yerine baskıcı, aşırı korumacı, sakındırıcı, kısıtlayıcı tarzı tercih etmişse, çocuklarına güvensiz diye sokağa çıkmayı, tanımadıkları için arkadaşlıkları, kirleniyorlar diye dışarıda oynamayı yasaklayabiliyor. Bu süreç, çocuğun sokaktan çekilmesiyle sonuçlanıyor.
Çocuk, büyürken bazı rolleri tecrübe eder. Kazanır kaybeder, kızar kızdırır, düşer kalkar, ağlar sevinir, kirlenir temizlenir, kavga eder veya kavgayı ayırır. Bu rolleri hakkıyla kavramanın en doğal yerleri okullar, parklar, sokaklar, camiler, kamplar, meydanlar gibi fiziki mekânlardır. Sokaklar, çocuklarla doldukça şehir daha güvenli olur. Mahalli idareler ve güvenlik birimleri bu ortamların temizliği ve güvenliği için çalışırken aileler de aynı çabaya dâhil olur. Çocukları beraber oynayan aileler birbirlerini tanır. Aile, çocuğu ile ilgilenirken komşu çocuğuna göz kulak olur. Yüz yüze oyunlarda edinilen oyun arkadaşlığı okul, seyahat, iş arkadaşlıklarına dönüşebilir. Sürekli dijitalde oynayan çocukların online arkadaşlarının gerçek kimliklerini bilemeyiz. Evden çıkmayan çocuğun sokaktaki çocuktan daha güvende olduğu iddia edilemez.
Sadece dijitalde oynamayı ve vakit geçirmeyi tercih eden (ettirilen) çocuklar, hareketten uzaklaşıyor, koşmak yerine oyundaki karakteri koşturuyor, yorulmuyor, terlemiyor, işleri komutla yaptırıyor. İstediklerini klavyeyle yapabilmeye o kadar alışıyor ki çabalayarak kazanmanın yolunu, kıymetini, farkını bilemiyor
Çocuksuz sokak trajedisinin nedeni şehirlerimizin çocuk dostu olmaması ile çocuğuna rehberlik yapmak yerine sevgiyi ve korumayı abartarak çocuğu edilgenleştiren ailelerdir. Bu iki sorunu çözmeliyiz.
AYŞE AYDOĞDU/EĞİTİMCİ-YAZAR
Açık ve net olun, bencil değil
Her ne kadar faturayı zamanın şartlarına kesmeye çalışsak da bu duruma sebep olan en özünde biziz aslında. Evet, dijital dünya çok cazip, caydırıcı etmenler daha önce hiçbir devirde bu kadar çeşitli ve eş zamanlı taarruzda bulunmamıştı. Tüm bu gerçeklikle beraber, çocuklar gündelik hayat rutinlerinin nasıl oluşturulacağını, neye ne kadar sınır konulacağını, zaman yönetimi, irade kullanma gibi becerilerini onları yetiştiren kişilere bakarak öğreniyorlar. Bizim reflekslerimiz onların hayat tarzını inşa ediyor. Dolayısıyla önce kendi yaşam stilimizi gözden geçirmemiz gerekiyor. Ben neye ne kadar vakit ayırıyorum, zevklerimi erteleyebiliyor muyuz, meraklarımı ehlileştirebiliyor muyum, hangi noktada paşa gönlüme müsaade veriyor; dürtülerime dur diyebiliyorum.
Çocuğumuza yedi yaşındayken canı istemediği halde harekete geçmesini öğretemiyorsak otuz yaşına geldiğinde "kaç yaşına geldi hala dikiş tutturamadı" deme hakkımız da olmuyor.
Bunlar daha genel ve hamasi söylemler gibi değerlendirilebilir. Bir metaforla somutlaştıracak olursak, ebeveynler çocuklarını kedinin yavrusunu ağzında taşıdığı kıvamda taşıyabilirse sorunlarla mücadeleler daha kolaylaşıyor. Nedir o kıvam? Canını acıtmayacak kadar gevşek, yere düşürmeyecek kadar sıkı. Çocukların zevklerine göre oluşturduğu konfor alanlarında onları özgür bırakırken bizlere eşlik etmeleri gereken durumlarda bir miktar itelemek.
Ebeveynler, öncelikle çocuklarını neden evden çıkarmak istiyorlar, bunu hem kendilerine hem çocuklarına açık ve net bir şekilde anlatmaları gerekiyor. Bir işin niçin'i halledilirse nasıl'ı kendiliğinden çözülüyor.
Sonrasında, planlarını kılcal damarlarına kadar olmasa dahi genel hatları ile aktarmaları süreci kolaylaştırıyor. Çocuklar belirsizlikleri çok sevmiyor dolayısı ile dahil olmak istemiyorlar. Ayrıca ebeveynlerin bencilce bir plan çıkarmaması lazım. Sadece kendi zevklerine hitap eden içerikler olmamalı. Çocuklarının rutinlerini tattıracak, gönüllerini hoş edecek etkinlikler/ kaçamaklarda cimri davranmamalı. Alma- verme dengesi olarak ifade bulan durum yani.