"İstediğim hayatın bir parçasıyım. Yapabileceklerime inandığım ve ne kadar zor olsa da hayalime doğru ilerlediğim hayatın...?" diyor Elena Polyakova... Komşu ülke Rusya'nın başkentinde dünyaya gelse de, tatil için geldiği Türkiye'de hayatının akışı değişir. Üniversiteyi bitirir bitmez Antalya'ya yerleşir. Fikret Şenes'in sözlerini yazdığı, Ayten Alpman'ın söylediği "Havasına suyuna taşına toprağına, bin can feda bir tek dostuma" şarkısı o da yaşayarak öğrenir. Çocukken küstüğü koşu sporuna Anadolu topraklarında yeniden başlar. Koştukça tanır Anadolu'yu, tanıdıkça sever buranın insanını... Ve elbette Türkçe... Elena Polyakova, ilk günden beri öğrenmek için sözlükle dolaşan bu dilde kitap bile yazar. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü sebebiyle aradık, bize Türkiye hikayesini anlattı.
- Nerede doğdunuz, ne üzerine eğitim aldınız? Şu an nerede yaşıyorsunuz?
- 1981 yılında Rusya'da doğdum. 2003 senesinde Moskova Pedagoji Devlet Üniversitesi fizik ve İngilizce öğretmenliği mezunuyum. Birkaç ay önce İstanbul'dan Kuşadası'na taşındım, Ege kıyılarında yeni düzenimi kuruyorum.
- Koşu sporu ile yolunuz nasıl ve ne zaman kesişti?
- Spor, okuldan beri hayatımda. İlk yarışımı 14 yaşındayken koştum, 700 metreydi ve sonuncu bitirdim. Ama mücadeleyi bırakmadım. Sonuncu olduktan tam 19 yıl sonra 110 kilometrelik Cappadocia Ultra-Trail yarışında genel klasmanda birinciliği kazandım.
- Türkiye'ye ilk ne zaman geldiniz, burada yaşamaya nasıl karar verdiniz?
- Türkiye'ye ilk kez üniversitede okurken tatile geldim. Doğaya ve insanların yardımseverliğine ve samimiyetine bayıldım. Mezun olduktan sonra Antalya'ya yerleşerek turizmde çalışmaya karar verdim. Taşınırken yanımda iki ders kitabı ve Rusça-Türkçe sözlüğü vardı. Öğrendiğim dili çok sevdim ve çılgın bir hayal kurdum: Bir gün Türkçe kitap yazacağım!
-
2021 yılında "Lena'nın Küçük Yolculuğu" eseriniz çıktı. Kitap hayaliniz gerçeğe nasıl dönüştü?
- Antalya'da oturduğum sürece hem kariyerimi yapıyor vakit buldukça da yarı maraton ve maratonlara katılıyordum. 2011 yılında 240 kilometrelik Likya Yolu Ultra Maratonu'nu tamamladıktan sonra senelerce kurduğum düzenimden vazgeçip, İstanbul'a taşındım. O dönemde hayatımı koşu ve spor üzerine kurmaya başladım. Şu ana kadar, 10 kilometreden 339 kilometreye kadar 100'e yakın patika yarışına katıldım. Her koşu unutulmaz bir serüven, dağlarda ve ormanlarda onlarca hikaye biriktirdim. 2019 yılında Alp Dağları'nda, Fransa, İtalya ve İsviçre'den geçen Petite Trotte a Leon takım macerasını tamamladım. 25 bin 379 metre irtifa kazanımı içeren 289.3 kilometre uzunluğundaki serüven fiziksel ve mental olarak zorladı; yapabileceklerim, ufuğumu genişletti. Mont Blanc çevresinde tam turu takım arkadaşımla 9 bin 50 dakikada tamamladık. Finiş çizgisini geçtiğimde kitap fikri zihnimde ve yüreğimde filizlenmeye başladı. 2020 yılında yazmaya başladığım serüven 2021'de dünyaya geldi ve okurların çok güzel yorumlarını topladı.
- Türkiye'de spora ilgiyi nasıl yorumluyorsunuz?
- Her gün daha da çok insanın spora başlaması, doğada koşan ve yürüyen insan sayısının artması sevindirici. Bence spor en iyi terapidir, atalarımızın dediği gibi "Harekette bereket var!" İnsan aktif olduğu sürece fiziksel ve zihinsel olarak dinç kalır.
- Maraton rotaları açısından Türkiye dünyadan çok talep görüyor. Siz bir sporcu olarak bunu nasıl yorumluyorsunuz?
- Kuşkuşuz Türkiye'nin doğası bir cennettir. Her geçen yıl farklı ilçelerde yarışların yapılması turizme de katkı sağlıyor, dünyanın dört köşesinden insanların koşulara gelip Türkiye'nin güzelliklerini, kültürünü ve tabii ki lezzetlerini keşfetmesi muazzamdır. Ben de bir yarışa kaydolmadan önce sadece parkuru değil aynı zamanda gezilecek yerleri ve o bölgenin yerel yemeklerini mutlaka araştırırım. Koşular, hem doğa harikaları hem de farklı kültürleri tanımak için mükemmel bir fırsattır.
ÇIRALI'NIN ÜZERİMDEKİ ETKİSİ ÇOK BÜYÜK
- Türkiye'de en unutamadığınız bölge, yer neresi?
- Türkiye'de en sevdiğim yerler: Kaçkar Dağları, Kapadokya ve Çıralı.
Yüzmeye bayıldığım için denizi dağlarla buluşturan Çıralı'nın ayrı bir büyüsü
var. Zamanın durduğu bir yer hayal edin; huzurun içinde saklanan
derin mavi deniz ve zümrüt rengiyle dokunmuş kutsal dağlar. Çalar saate
ihtiyacınızın olmadığı bir yer düşünün; her sabah onlarca kuşun neşeli
şarkılarına ve güneşin doğuşuna uyanmak... Nefes alabildiğiniz her
saniyeye şükür ettiğiniz bir yer düşleyin. Sabahları güneşin ilk ışıklarıyla
kumsalda koşabilmek ve var olduğunuz her an için evrene teşekkür
etmek... Dalından düşmüş bir portakal alıp sulu sulu yemek, öyle
yemek ki kollarınızdan bol bol suyu aksın. Teninizde hafiften
ısıran tuzu ve güneşin sıcağını hissetmek, kendisi uykuya
geçtiğinde rüzgarın ördüğü, yok sayılacak kadar hafif
bir esintiyle örtünmek. İşte çıralı böyle bir yer:
Huzur dolu bir doğa harikası.