Moda'da Barış Manço Sokağı'ndayız. Barış elçisi bir müzisyenin evinin az ilerisinde minik tarihi bir yapı olan All Saints Kilisesi'nde İstanbul Filarmoni Derneği Başkanı Atilla Tuna ile buluşuyoruz. 23 Şubat'ta başlayan ve dokuz konser sonrası 5 Mart'ta sona erecek Klasik Müzik Festivali'ni konuşacağız. Tuna ile ilk kez düzenledikleri bu festivali, etkinliğin ana mekanında konuşmak istiyoruz. Konu müzik olunca notasından yenmez leziz bir sohbet oluyor.
KONSERLER, SİNEMADA OLURDU
"Bugün İstanbul'un çok sesli müzik tarihinin temel taşlarından biri olan İstanbul Filarmoni Derneği, 1945 yılında kurulmuş. Cumhuriyeti kuran kadrolar, çok sesli müziği yaygınlaştırmak istiyor. Görev de Cemal Reşit Rey'e veriliyor. O da; Hüseyin Rahmi Gürpınar, Halit Ziya Uşaklıgil, Nadir Nadi gibi 30 isimle bu derneği kuruyor. Konserler organize edilmeye başlanıyor. Türk müzisyenlerin yanı sıra dünyadan da Leonard Bernstein gibi isimler gelip konserler veriyor. O dönem İstanbul'da konser salonu yok. Beyoğlu'ndaki Saray Sineması'nda konserler düzenleniyor. Bugün bizim yaptığımız da oda müziği topluluklarına ve bireysel müzisyenlere fırsat sunmak. İstanbul, Marmara, Mimar Sinan ve bazı özel üniversitelerin konservatuvarları var. Ayrıca Mersin, Antalya, Ege, Bursa'da da bulunuyor. Türkiye'den her yıl yüzlerce genç müzisyen mezun oluyor.
HER MÜZİSYENE EŞİT MESAFEDEYİZ
Mesela siz kontrbasçısınız, viyolonselcisiniz; nerede çalacaksınız? Bu çok büyük bir problem. Ne yazık ki belediyelerde adam kayırmacılık yapıldığı için biz herkese eşit imkan sunmaya çalışıyoruz. Sponsor bularak müzisyenlere hak ettikleri ücretleri ödüyoruz. Amacımız müzisyenlere sahne açmak. Tüm konserleri, Beyoğlu Üç Horan ve Moda All Saints Kiliselerinde tertip ediyoruz.
KÖÇEKÇE ESERİ ÖNEMLİ BİR ÖRNEK
Biz müziğimizi evrensel değerlere göre inşa edersek o zaman dünyaya Türk kültürünü aktarmış oluruz. Mesela Ulvi Cemal Erkin'in Köçekçe eseri, Londra'da çalındığında da ABD'de icra edildiğinde seviliyor, çünkü folkrorik ögeleri çok ustalıklı bir şekilde çok sesliliğe yansıtmayı başarıyor. Nitekim şimdi bu yönde bir çalışmamız var. Bağlama ustası Cemal Karaca ile anlaştık. Anadolu türkülerini, çok sesli müziğe aktarmaya çalışıyoruz.
DİZİLER, ÜLKE TANITIMI İÇİN ÖNEMLİ
Bize ait olan bir değer, uluslararası normlarla yorumlandığında dünyada da ses getirecektir. Nasıl Türk dizileri, dünyada seviliyorsa, Türkiye tanıtımına hizmet ediyorsa, türkülerimiz de bu ivmeyi yakalayabilir. Turizm sektöründe olduğum için 150'ye yakın ülkeye gittim. Peru'da, Patagonya'da bana Türk dizilerinden bahsediyorlar. Türkiye ile yapılan her pozitif işi desteklememiz lazım."
CEMİ'İ CAN DELİORMAN'IN BAŞARISI TAKDİRE ŞAYAN
Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası (CSO) Şefliğini yürüten Cemi'i Can Deliorman'ı da sormak istiyorum Atilla Tuna'ya: "Üç sene önce bu göreve getirildiğinde henüz 36 yaşında idi. Çok genç yaşta ve muhteşem bir kariyere sahip. Genç bir arkadaşımızın Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası şefliğine getirilmesi takdire şayan bir başarı. Gıptayla takip ediyoruz."
KLASİK MÜZİĞİ SEVMEK BİRAZ ZAMAN ALIR!
Peki gençlerimiz, klasik müziğe yeterince ilgi gösteriyor mu? "Şöyle anlatayım; Avrupa'da da klasik müziğe gençler çok ilgi göstermiyor. Genellikle şöyle bir intiba var: Klasik müzik sanki elit kesimin, zengin kesimin müziği! Hayır böyle değil. Tek sesli müziği seven bir insanın, çok sesli müziği sevmesi biraz süreç istiyor. Ama klasik müzik hayatımızın her alanında var. Özellikle reklam sektöründe, filmlerde çok kullanılıyor. Herkes Vivaldi'nin 'Dört Mevsim'ini seviyor. Neden belli bir akustiği var, fonetiği var. Müzik kulaklarda kayıyor. Tabii ki her parça öyle değil. Çok ağır parçalar var. Ama sevdirmek biraz zaman isteyen bir şey. Sürekli rock, pop müzik dinleyen ya da türkü dinleyen birinin klasik müziği hemen sevmesi kolay değil. Avrupa'da da böyle. Ama kalıcı müzik böyle bir şey. 600 yıl önce yapılan bir müzik halen dinleniyorsa bu onun kalıcı eserler olduğunu gösterir."