Meşgul; bir şeyle uğraşan, bir iş yapmakta olan anlamına geliyor. Ama diğer anlamı da tutulmuş, işgal edilmiş demek. İstanbul Araştırmaları Enstitüsü'nün yeni sergisi Meşgul Şehir: İşgal İstanbul'unda Siyaset ve Gündelik Hayat, 1918-1923'te kelimenin ikinci anlamına vurgu yapıyor.
Yaklaşık bir asır önce İstanbul, beş yıl boyunca İtilaf Devletleri'nin işgali altındaydı. Nedense tarih anlatımımızda bu beş yıl çok da ele alınmaz. Belki bir suçluluk duygusu belki de bir utanç meselesi yüzünden. Ama Kemal Tahir, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Atilla İlhan'ın dönemin İstanbul'unu anlattığı romanlarını okuyanlar için durum farklıdır tabii. İşte bu edebiyatçıların kitaplarına yansıyan karanlık günleri anlatıyor sergi. Dolaysız ve soğukkanlı bir şekilde. Serginin kapısından çıkarken de her halde bu kadim şehir en karanlık günlerini yaşadı bu beş yıl içerisinde diye düşünüyorsunuz. Karanlıktan kastım duygu olarak tabii. Korku, kaygı, endişe, güven bunalımı, açlık ve zulmün getirdiği bıkkınlık o yıllarda İstanbul'da yaşayan insanların ortak duygusu. Tehlikenin nereden nasıl geleceğinin belli olmadığı bir beş yıldan bahsediyoruz.
Sergi işte bu duyguların nasıl İstanbullulara hakim olduğunu ziyadesiyle anlatıyor. Bir yanda işgal edilmiş olsa da tam kontrol altına alınamayan sürekli olayların çıktığı bir şehir. Diğer yandan işgal karşısında yaşanan büyük hayal kırıklığı yaşanan trajediler. Bir kaosun yaşandığı, bu kaosun nereye kadar süreceğinin belirsiz olduğu bir dönem.
Vatanseverlerle, iş birlikçileri ayırt etmenin zor olduğu yıllar. Öte yandan ekmeğini satmak zorunda kalan askerler, üzerine giymek için elbise parçası bulamayan kadınlar, salgılardan mustarip çocuklar...
KIŞLADA FUTBOL TURNUVASI
Balkanlardan ve Rusya'dan gelen göçle şehrin nüfusu sürekli artıyor. İstanbul aynı zamanda cepheden, esaretten veya sürgünden dönenlerin sığınacakları bir liman. O yıllarda hem yerli hem de yabancı basın temsilcileri, şehrin sokaklarında hasarlı ve yaralı bedenleriyle dolaşan askerlerin görüntülerini 'yürek parçalayıcı' olarak nitelendiriyor. Yardım dernekleri çaresiz insanlar için hummalı biçimde çalışıyor. Ama yeterli olmuyor. Ve bu durumda en savunmasız ve tehlikeye açık kesim yetim çocuklar. Bütün bu manzara yüzünden işgal eden ile işgal edilen sürekli karşı karşıya geliyor. Ama yönetimler iki konuda uzlaşmışlar işgal yıllarında: İşçi hareketi bastırma ve Kuvayicileri hain ilan etme. Osmanlı Sosyalist Fırkası'nın liderliğinde işgal İstanbul'unda birçok grev ve protesto düzenleniyor. Ve onları bastırma konusunda hem İtilaf Devletleri hem de Osmanlı yönetimi ortak hareket ediyor. Ortak hareket etme prensibi Kuvayi Milliye hareketini destekleyen insanları hain ilan edip derdest etme noktasında geçerli...
İşte böylesi bir kaos ortamında düzenlenen bir futbol turnuvasında Fenerbahçe ile İngiltere askerlerinden oluşan takım Taksim Kışlası Stadyumu'nda karşı karşıya gelir. Zeki Rıza Sporel attığı iki golle Harington Kupasını takımına kazandırır. Lakin o goller aslında işgale atılmış okkalı iki tokattır.
Bir başka olay da Refet Bele'nin İstanbul'un yönetimini İtilat Devletleri'nden almaya geldiği gündür. Bütün İstanbul onu karşılar. Galiba İstanbul tarihinin en aydınlık günü de o gündür. Bir asır sonra böylesi bir sergi bize Milli Mücadele'nin 100. yılında önemli şeyler söylüyor. Malum İtilaf Devletleri Mustafa Kemal Atatürk'ün dediği gibi "Geldikleri gibi gittiler". İstanbul özgür kaldı. İşte bu özgürlüğü hangi şartlar altında soluyoruz. Bunun ve bu şehrin ne kadar kıymetini biliyoruz sergi bir yanıyla da bunu düşünmemizi sağlıyor.