14 Kasım 1914 Türk sinemasının doğum günü olarak kabul görüyor. Sebebi de sinemacı Fuat Uzkınay'ın o gün Ayastefanos'taki Rus Abidesi'nin Yıkılışı belge filmini çekmesi. Kayıp olan film, yıllarca tartışma konusuydu. Hatta çekilmediğine ya da çekilemediğine yönelik ciddi iddialar bile vardı. Lakin geçtiğimiz yıllarda Doç. Dr. İ. Arda Odabaşı arşivlerden öyle belgeler buldu ki, bu tartışmalar ve iddialar sonlandı. Evet, Fuat Uzkınay o gün Rus Abidesi'nin yıkımını filme çekmişti. Hatta film sinemalarda gösterilmişti. Üstelik Fuat Uzkınay bu filmi çekerken yalnız değildi yanında Mösyö Mordo vardı.
14 Kasım 1914 tarihi, siyasi tarihimiz için de önemli bir gün. O gün Osmanlı İmparatorluğu Cihad-ı Ekber ilan ederek 1. Dünya Savaşı'na girdiğini duyuruyor dünyaya... Fatih Camii civarında meşhur Cihadı Ekber İlanı Mitingi düzenleniyor. Ve Fuat Uzkınay ile Mösyö Mordor, bu mitingi de filme alıyor. Son yıllarda varlığından haberdar olunan Cihad-ı Ekber Mitingi İlanı adlı film de böylece ortaya çıkıyor.
Hangisi önce çekildi, hangisi sonra bunu bilemiyoruz. Ama Tasvir-i Efkar gazetesinin 25-26 Aralık 1914 tarihli nüshalarındaki ilanlarda 'Moskof Abidesinin Tahribi ve Cihad- i Ekber İlanı Mitingi filmleri, Sirkeci'deki Ali Efendi Sineması'nda bugünlerde gösterilecek' yazıyor.
Bütün bunları yazma sebebim pazartesi günü Türk sinemasının 108. yaş gününün kutlanacak olması. Kaç zamandır bu bilgiler bilinmesine rağmen kutlamalar, anmalar genel olarak bildik şekilde yapılıyor. Oysa bir asrı devirmiş sinemamızın tarihine bakarken artık yeni bilgiler, yeni perspektifler ışığında bakmak bir zorunluluk...
Hoş rahmetli Agah Özgüç, Giovanni Scognamillo, Nijat Özön ve değerli sinema yazarı Burçak Evren gibi isimlerin kişisel çabaları ve inatları olmasaydı yazılı bir Türk sineması tarihi de elimizde olmayacaktı. Ama bir asır sonra artık bu tarihi farklı bir şekilde değerlendirmeye çalışmak bir misyon, sinema üzerine çalışan ve yazı yazanlar için...
Oysa sinemada gündelik olanın içine hapsediyoruz adeta kendimizi ve sinemamızı. Ya da gündelik olan, her şeyi baskılıyor sanki. Bu tuhaf durumdan kurtulmamız gerekiyor diye düşünüyorum. Çünkü her şeyde olduğu gibi bugünün ve tabii gündelik olananın değerini belirleyen şey de tarihin ta kendisi...
Ulusal sinemamızın nereden nereye geldiğini, nelerin yapılıp nelerin yapılamadığını, yapısal, estetik, içerik değişim ve farklılaşmasını anlamak için biraz tarihsel serüvenini didik didik etmek ve üzerine yazıp çizmek gerekiyor...
Her 14 Kasım da bunun için bize bir fırsat sunuyor aslında. Ama genel olarak bu fırsatın değerlendirildiği de pek söylenemez. Öyle ki sinemamızın 100. yılında bile bu tür önemli bir fırsatı kaçırmıştık. Ama işte umut olmadan da yol alınamıyor. Umudumuz başka baharlara kalmadan bir yerden de başlamamız gerekiyor sanki... Ki başlamak da yetmiyor, bu alanda yapılan çalışmalara kıymet vermek ve bunları sürekli gündeme taşımak da şart diye düşünüyorum...