"Hepimiz Yılmaz Güney'in Umut filmindeki Cabbar'ın faytonundan indik" demişti bir söyleşide Erden Kıral. Hepimiz dediği de Şerif Gören, Ali Özgentürk, Zeki Ökten, Bilge Olgaç ve kendisiydi. Bu yönetmenler kuşağı Yılmaz Güney ile birlikte 70'ler ve 80'lerde çektiği filmlerle sinemamızda toplumcu gerçekçi akımın yerleşmesini sağlamış, Yeşilçam'ın o masalsı anlatımına bir alternatif oluşturmuş ve günümüze kadar uzanacak bir damar açmıştı. Ayrıca uluslararası alanda Türk sinemasının tanınırlığını artırmışlardı. Fakat bu macerada kuşaktaşlarına göre Erden Kıral ile Bilge Olgaç'ın hikayesi biraz daha öznel oldu. Kıral diğer yönetmenlere göre imkansızlıklar içinde iyi sinema yapma çabasında daha fazla örselenen bir sinema macerası yaşadı. Çektiği filmler yasaklandı, kimi filmleri kayboldu. Bir dönem film çekecek imkanı kalmadığı için 'sürgün'e çıkmak zorunda kaldı... Lakin bu sert hamleleri hep göğsünde yumuşatıp kendi yolunu çizmeyi başardı. Asıl takdir edilesi yönü buydu. Ki bu yolda her daim sinemasını yenilemeyi de bildi...
KABUS GİBİ SENARYO!
Erden Kıral'ın sinema macerasında örselenmesinin iki çarpıcı örneği biraz onun nasıl engelleri aştığının zannımca göstergesi. İlki, sinema tarihimize geçen Bereketli Topraklar Üzerine ile ilgili. Orhan Kemal'in eserinden uyarlanan filmin çekim süreci zaten çileliydi. Fakat filmin kaderi de Erden Kıral için trajik bir film öyküsü olacak kadar acı vericiydi. O yıllarda gösterimi engellenen filmin negatifleri kayboldu. Yaklaşık 30 yıl boyunca da kayıp kaldı. Hakkında yazılan birkaç yazı dışında bu filmle ilgili elde pek de bir şey yoktu. Kıral, yıllar sonra kendisine gelen bir telefonla filmin negatiflerine ulaşmak için de binlerce dolar ödemek zorunda kaldı. Sonra restore edildi film ve ortaya da bir başyapıt çıktı. Lakin Kıral için çok acı bir deneyim olarak kaldı bu macera. İkinci örnek ise Ferit Edgü'nün O eserinden uyarlanan Hakkari'de Bir Mevsim filmiyle ilgili. Film Berlin Film Festivali'nde yarışmış. Önce Altın Ayı almasına karar verilse de Gümüş Ayı verilmişti jüri tarafından. Sonrasını şöyle anlatmıştı Kıral: "Berlin Film Festivali'nde Seçici Kurul, Hakkari'de Bir Mevsim'e Altın Ayı'yı vermiş. (...) Ne ki sabah nihai toplantıda ödül, Gümüş Ayı'ya çevrilmişti.
'Türkiye mayıs ayında Cannes'da Büyük Ödül'ü (Yol) aldı, sırasını savdı' falan denmişti. Hakkari'de Bir Mevsim 'olağanüstü orijinalliğinden ötürü' Jüri Büyük Ödülü'ne layık görüldü. Film bunun yanı sıra dört ödül daha kazandı ama ben kırgındım. Çünkü film Türkiye'de Sıkıyönetim tarafından yasaklanmıştı. (...) Festival bitince İstanbul'a döndüm. Havaalanında polis beni gözaltına alıp, kalorifer peteklerine kelepçeledi: 'Yasaklı filmi neden festivalde gösterdiniz?' Sorun buydu. Bense, 'Filmin Alman ortağı var, onun tasarrufuydu' dedim ve beni salıverdiler." Kayıp ve yasaklı filmler konusunda Kıral'ın canını acıtan bir örnek daha vardı. İlk filmi Kumcu Ali Yaşar. Aynadan Yansıyan Hatıralar kitabında bu filmin nasıl kaybolduğunu da anlatmıştı usta yönetmen: "1968 yılında Saklambaç gazetesine Kadir İnanır'la Kum Çiçeği adlı fotoroman çekmeye başladım. Daha sonraları 35 mm.'lik orta metrajlı Kumcu Ali Yaşar adlı ilk filmimde birlikte çalıştık. Dolayısıyla, Kadir İnanır film setini ilk kez benim setimde gördü. Evimdeki halıyı satarak işe başladım. İlk sermayem buydu. Bu film ne yazık ki Güney Film'in deposundan Sıkıyönetim tarafından alındı ve kaybedildi. Ben birkaç yıl önce basın üstünden Genelkurmay Başkanı'ndan filmi geri istedim ama sonuç alamadım." Bildiğim kadarıyla bu film geri dönmedi Erden Kıral'a. Yani Kumcu Ali Yaşar, Bereketli Topraklar Üzerine ve Hakkari'de Bir Mevsim gibi özgür kalamadı... Belki bir gün özgür kalır. Ama bu örnekler bile Kıral'ın sinemaya nasıl ömrünü adadığının, özgürce film yapılması ve gösterilmesi için verdiği mücadelenin ve her şeye rağmen sinemadan vazgeçmediğinin örnekleri... Zannımca her daim sinema macerası ilham verecektir sinemaya gönül verenlere...