Elvis Presley'in, müzik tarihine 'Rock'n Roll'un Kralı' olarak geçmesi boşuna değil. 20. yüzyılda müzik tarihini değiştirdiği gibi, popüler kültürün akışını belirlemiş bir stardan bahsediyoruz. Bunun için ünlü yönetmen Buz Luhrmann'ın, kralın hayatını anlatan Elvis filmi çekileceği açıklanınca biraz tedirgin olmadım değil. Sebebi de şu: Luhrmann'ın cafcaflı bir sineması var. Görkemi sever ve iyi atmosfer oluşturur ama işte tüm bunlar onun filmlerinde ele aldığı meseleyi hep gölgeler. Ve naçizane bunun için biraz mesafeliyimdir ustanın sinemasına.
Lakin Elvis'i izleyince durum değişti. Yönetmenin en iyi filmi diyebilirim Elvis için. Buz Luhrmann, o bildik sinema anlayışıyla Elvis'in hayat hikayesini iyi bir denge tutturarak anlatıyor.
Usta yönetmen, Elvis Presley'in hayatını, kralın gelgitli bir ilişki yaşadığı menajeri Tom Parker'ın (Tom Hanks) gözünden anlatmayı tercih etmiş. Elvis'i keşfeden ama aynı zamanda kimileri tarafından onun erken yaşta vefat etmesinden de sorumlu tutulan Tom Parker (Ki hem tavırlarıyla hem zekasıyla hem de Tom Hanks'in yorumuyla fena halde Churchill'i hatırlatıyor), zeki, pragmatik, kriz karşısında soğukkanlı biri. Lakin geçmişi de bir şekilde karanlık. İşte Elvis'i keşfedip onun star olarak ortaya çıktığı ve tam da kimi ABD'li muhafazakar siyasetçilerin gündemine geldiği noktada derin devlet onunla iletişim kuruyor. Tom Parker'ın karanlık geçmişini masaya koyup ondan Elvis'i zapturapt altına almasını istiyorlar. Peki neden?
İşte siyasetçilerin sanattan, sanatçıdan, müzisyenlerden neden kaygı duyduğunu bu noktada anlıyorsunuz. Komik gelecek ama Elvis meğer yaşadığı dönem müziğiyle, özellikle dansları ve şovlarıyla ABD halkının, gençliğinin ahlakını bozuyormuş. ABD'li muhafazakar siyasetçilerin savı bu. Şimdi gülünesi gelen bu gerekçe Elvis'in çevresinde Tom Parker'ın görünmeyen duvarlar inşa etmesine neden oluyor. Güya Elvis'in namı ve etkisi ABD ile sınırlı kalıyor. O hayal ettiği Avrupa turnesine çıkması bir şekilde engelleniyor. Elvis, Las Vegas'ta ünlü bir otelin sahnesine hapsediliyor. İşte onun erken yaşta vefat etmesinin sebebi olarak da bu tür görünmez duvarlar görülüyor.
Tabii Elvis filminin sadece bir katmanı bu. Buz Luhrmann, geri dönüşlerle Elvis'in tüm hayatını anlatırken farklı katmanlarla ana hikayeyi sürekli zenginleştirmeyi başarıyor. Mesela Elvis'in alametifarikası olan siyahi kilise müziği ile blues'u harmanlaması üstelik bunu bir beyaz olarak yapması, bunun yarattığı etki, kendine özgü dansını sahnelere etkili bir şekilde taşıması... Anne ve babasıyla, karısı ve kızıyla olan ilişkisi, kendine örülen duvarları fark ettiği an bunun çıkış yolunu bulma pratikleri, kendinden sonra gelen The Rolling Stones ve Beatles gibi gruplara olan olumlu yaklaşımı, küllerinden yeniden doğma çabası... Tüm bunları Buz Luhrmann hikayeye gerektiği kadar zerk ederek ele alıyor.
Hal böyle olunca film biraz uzuyor ama bu uzunluk böylesi kral bir adamın katmanlı hikayesini derli toplu anlatma çabasından kaynaklanıyor. Ki bu filmi epikleştiriyor da zannımca. Dolayısıyla karşımızda Elvis'e çok katmanlı bir şekilde bakan bir film var. Ziyadesiyle de seyirlik keyfi yüksek bir film hem de...
Buz Luhrmann görkemli ve renkli bir atmosfer yaratma becerisine Elvis'in sahne şovları başladığı noktada başvuruyor. Bu noktada Austin Butler'ı avuçlarımız patlayana kadar alkışlamak gerek. Çünkü sanki karşımızda bir Elvis varmış gibi bu şovlarda kendinden geçercesine bizlere bir müzik ziyafeti sunuyor. Onun bu performansına karşılık tabii usta oyuncu Tom Hanks ise daha içe dönük olsa da en az onun kadar şahane bir performans ile Elvis'in manejeri Tom Parker'a hayat veriyor.
Ne diyelim müziğin kitleleri etkileyen gücünü, değişime etkisini ama en önemlisi Elvis'i hatırlatan ve bir anlamda krala büyük bir saygı duruşunda bulunan, Rock'n Roll'a adanmış bir film Elvis. Kaçırmayın derim...