Doktor Stephen Strange'i (Benedict Cumberbatch) dünyanın en iyi beyin cerrahlarından biri olarak tanımıştık. İşinde çok iyi olmakla birlikte kibirle ördüğü duvarı kimse, sevdiği kadın bile aşamıyordu. Geçirdiği trafik kazası sonrasında ellerinin hassasiyetini kaybedince eski hayatını geri kazanmak için verdiği mücadele tıbben sonuç vermeyince o da Nepal'e gidip mistik dünyanın kapısından içeri girmişti. İşte o kapıdan adım atınca da süper kahraman Dr. Strange'e dönüşmüştü.
2016 yapımı ilk film Doktor Strange'in konusu kabaca böyleydi. Bir anlamda kibirli, koca dünyanın kendi etrafında döndüğüne inanan bir insanın, nefsini terbiye ede ede, bakış açısını değiştirerek başka bir insana, hatta kahramana dönüşmesinin öyküsüydü...
Kimi Marvel filmlerinde karşımıza da çıkan Doktor Strange'in ikinci solo macerası Doktor Strange Çoklu Evren Çılgınlığında ise isminde vurgulandığı gibi çılgın bir film!
Zaman ve mekanlar arasında cirit atma ustası olan kahramanımız, farklı evrenlerde dolaşma özelliği bulunan genç bir kızı, America Chavez'i (Xochitl Gomez) kurtarmak için uğraşıyor. Kimden derseniz Avengers dünyasından tanıdığımız Wanda Maximoff'tan (Elizabeth Olsen).
Tabii ki kısa zamanda anlıyoruz ki Wanda, çok mühim bir kitap olan Kara Kitap'la haşır neşir olup çok güçlü büyücü olan Scarlet Witch'e dönüşmüş. Yani bir anlamda karanlık tarafa geçmiş. Amacı America'nın gücünü kullanarak her türlü evreni kontrol etmek ve hayalinde kurduğu iki oğluna sade bir şekilde annelik yapmak. Yani içindeki aile özlemini yaşamak...
Yani bütün bir filmin temelinde annelik ve çocuk sevgisi meselesi var. Lakin Doktor Strange'in yumuşak karnı da sevgi. O da ilk filmde kibri yüzünden kaybettiği Dr. Christine Palmer'ı (Rachel McAdams) unutmuş değil. Sevdiği kadının düğününde süper kahraman olsa da aslında ne kadar mutsuz olduğunu anlıyor. Sevdiği kadınla sade bir hayatı, süper kahramanlığa tercih edebileceğini ima ediyor. Dolayısıyla çoklu evrende büyük bir mücadele veren iki kahramanın temel dertleri sevme ve sevilmeyi bilememeleri... Zaten bunu anladıklarında Doktor Strange ile Scarlet Witch'in arasındaki çılgın mücadelenin de seyri değişiyor.
Maşallah mücadele de öyle çılgın bir seyirlik önümüze koyuyor ki, sürekli paralel evrenler arasında dolaşan kahramanlarımızı da olay örgüsünü takip etmek de kolay olmuyor. Ama neyse ki filmin, diğer Marvel uyarlamaları gibi kendini çok da ciddiye alan bir tarafı yok. Büyük büyük laflar etmeden yoluna devam ediyor. Büyüler, kapılar, arada esprili atışmalar ve bol aksiyon eşliğinde film akıp gidiyor. Lakin onca hay huy arasında farklı evrenlerin iki Doktor Strange'in notaları silah olarak kullandığı müzikli aksiyon sahnesinin akıllarda kalıcı olacağını tahmin etmek zor değil.
İkinci filmde Scott Derrickson'dan yönetmen koltuğunu devralan Örümcek Adam serisiyle tanınan Sam Raimi, ilk filmde Derrickson'un oluşturduğu atmosferi çok bozmadan özellikle aksiyon sahnelerinde farkını ortaya koymaya çalışmış denilebilir. Ki bahsettiğim sahne de bunun göstergesi zaten.
Son tahlilde biz insanlık olarak bir evrenle baş edemezken Doktor Stranger gibi bir kahraman çoklu evrende iyilik için kötülüğe karşı cirit atıyor, mücadele ediyor. Zor iş tabii. Çılgınca bir mesai... Kolaylıklar dileriz...