20'li yaşlarımın başındayım... Mesleğe Radikal'de başlamışım. Hem üniversitede sinema okuyor hem gazetede Türk sinemasıyla ilgili haberler yapıyor hem de TV sayfasını hazırlıyorum. Haftada birkaç defa arardım Agah Özgüç'ü. Türk sineması adına ne sorsam, anında cevaplardı. Bir gün baklava aldım gittim yanına, tanıştık. "Vay o meraklı genç sensin demek" dedi. Böyle başladığı Agah Baba ile ilişkimiz.
Benim için Türk sinemasının hafızasıydı. Ama anladım ki herkes için durum öyle. Meğer Hülya Koçyiğit'ten Türkan Şoray'a kadar sinemamızın tüm yıldızları da onu ararmış kendi oynadıkları filmlerle ilgili bilge ve belge için. Arşivinde de hafızasında da her şey vardı. Ömrünü adamıştı. Bir gün "Agah Baba nasıl oluşturdun bu arşivi" diye sordum. Anlattı: "Günde üç film setine gider, tek tek not alırdım. Fotoğraflarını toplardım. O notlar, fotoğraflar olmasaydı birçok filmle ilgili bilgi günümüze ulaşmazdı."
Gazetecilikten sinema yazarlığına, oradan da sinema tarihçiliğe evrilen bir mesleki serüvendi onunkisi. Türk sinemasının tarihini yazdı. Yetmedi aksiklopedisini yazdı. Yetmedi sözlüğünü yazdı. Yazdığı kitapları üst üste koyunca boyunu öyle bir aşıyordu ki. "Agah Baba, sana boyundan büyük işlere kalkışma diyen oldu mu?" dediğimde kahkaha atmış "Boyumun ölçüsünü vermeye kalkan çok oldu ama veremediler" deyip yazdıkları yüzünden başının ne kadar çok belaya girdiğini anlatmıştı.
90 yaşında yitirdiğimiz Agah Özgüç, sinemamızı varedenlerin kiminin arkadaşı, kiminin dostuydu. Bu da doğal tabii, 1960'lardan beri Türk sinemasının gazeteci ve sinema yazarı olarak birinci elden tanıdığı. Dostluk, arkadaşlık tamam ama iş yazıya, eleştiriye, gazeteciliğe gelince kaleminden hiç taviz vermediği için başı belaya girmişti Agah Baba'nın. Dost acı söyler misali en yakın arkadaşını bile eleştirmekten kaçınmadı. Mesela, Metin Erksan ile çok yakınmış, her zaman da takdir ederdi Erksan'ı. Ama yazdıkları nedeniyle aralarına çok defa kara kedi girmiş. Kimileri yazdıkları nedeniyle ya kitaplarını toplatmaya kalkmış ya da boğazına sarılmış. Ama işte Agah Baba tanık olduğu sinemamızın tarihini, kimseye iltimas geçmeden yazma çabasındaydı. Neden mi? Bu bilgiler gelecek kuşaklara kalacaktı çünkü. Hakkaniyet onun için önemliydi.
En önemli eseri olarak Ansiklopedik Türk Filmleri Sözlüğü'nü görürdü. Başlangıçtan günümüze bütün filmlerin künyeleri, kısa bilgileri ve filmlerle ilgili çıkan eleştiriler bulunuyor kitapta. Yine Türk Film Yönetmenleri Sözlüğü, Türk Film Yapımcıları Sözlüğü kitapları da önemli başvuru kaynağıdır. Türk Sinemasında Cinselliğin Tarihi, Türk Sineması Sansür Dosyası, Türk Sinemasında İlkler, Türk Sinemasında İstanbul, Türlerle Türk Sineması kitapları ise sinemamıza tematik baktığı eserleridir. Özellikle Yeşilçam'ın nasıl bir yapısı olduğunu anlamak için bu kitaplar birer hazine niteliğindedir.
Bitti mi? Hayır. Bütün Filmleriyle Yılmaz Güney, Türkan Şoray- Türk Sinemasında Bir Diva, Cahide- Peçete Kağıdındaki Anılar kitaplarında fenomen olmuş sinemacılarla ilgili bilinmeyenleri anlatır. Ama Bir Sinema Yazarının Günlüğünden Aykırı Notlar Yeşilçam'da yaşananlara odaklanıp daha çok tanıklıklarını anlattığı bir kitaptır. İki kitaplık Türk Sineması'nın Marjinalleri ve Orjinalleri, "Dünyada Yeşilçam kadar renkli olayların ve ilişkilerin yaşandığı bir sinema sektörü çok azdır" dediği Yeşilçam'ın karakutusunu açtığı eserlerdir. Bir başka karakutu niteliğindeki kitabı ise Türk Sineması'nda Yeşilçam Aşkları'dır. Unuttuklarım olabilir ama bu kitapları elime aldığımda, iyi ki Agah Baba'yı edebiyat dünyasına kaptırmamışız derim. Neden mi? Çünkü onun ilk göz ağrısı şiirdi.
Yazdığı şiirler dönemin dergilerinde yayımlanmıştı. İlk yayımlanan şiiri 8.30 Treni'dir. 1960'ta Büyük Gazete'de çalışmaya başlamasa belki namlı bir şair olacaktı. Ama Bab-ı Ali'ye adım atınca kulvar değiştirip sinema üzerine yazmaya başladı. Türk sineması üzerine yazdıklarıyla bizim 'kutup yıldızımız'dı Agah Baba. Ve arşivi ne olacak merak konusu. Mekanın cennet olsun Agah Baba, Murat Özer'e, Cüneyt Cebenoyan'a, Onat Kutlar'a ve nicelerimize selam söyle bizden...