Tayfun Pirselimoğlu hem edebiyatçı hem ressam hem de sinemacı olarak, sanatın farklı dallarında ortaya koyduğu eserlerle hayatı anlamamızı sağlayan sanatçılardan biri olarak, gittikçe disiplinler arasında bağların zayıfladığı şimdiki zamanlarda az bulunur bir sanatçı kişiliğini temsil ediyor. Şimdiye kadar, bu üç farklı sanat alanında önemli işlere imza atarken her disiplinin kendi iç dinamiklerine göre hareket ederek, görece birbirinden bağımsız işlere imza atıyordu. Fakat son filmi Kerr'de farklı bir durum söz konusu. Çünkü Kerr, Pirselimoğlu'nun yıllar önce yazdığı romanının sinema uyarlaması. Ki Istanbul Concept'te açılan aynı isimli sergi de düşünülecek olursa, Pirselimoğlu aslında üç koldan bizi kendi dünyasına çağırıyor. Kerr, kabaca tekrar demek. Bir önceki Yol Kenarı filminde bizi bir kasabaya götüren Pirselimoğlu, her şeyin anlamını yitirdiği bir dönemde, kıyametin kopacağına inanan ve bu süreçte bir kurtarıcıyı bekleyen kasabalıların hikayesini anlatmıştı. Kerr'de yine bir kasabaya gidiyoruz. Babasının ölümü nedeniyle büyüdüğü kasabaya gelen Can'ın (Erdem Şenocak) yaşadıklarını izliyoruz.
Kasabadan ayrılırken tren garında bir cinayete tanıklık eden Can, polisin isteği üzerine bir süre kasabada yaşamak zorunda kalıyor. Fakat yaşanan kuduz salgını nedeniyle karantina ilan edilince Can kasabadan hiç çıkamıyor. Can, her fırsatta karşısına çıkan kasabalıların sorduğu ve anlamlandıramadığı tuhaf sorular ve gelişmeler karşısında gerçeklik algısını yitirme tehlikesi yaşıyor. Direniyor, kendi gerçekliğine sarılıyor.
Ama polisin hatta tüm kasabalının Can'ın kasabada kalmasına neden olan cinayeti unutması karşısında çaresizlik yaşıyor. Sanki her şey normal Can anormalmiş gibi bir tablo çıkıyor ortaya... Pirselimoğlu Yol Kenarı'ndaki gibi bir kasaba üzerinden alegorik bir dünya kuruyor aslında. Oysa bu kasaba içinde yaşadığımız dünya. Kavramların, olguların tanımlanmış anlamlarının havada uçuştuğu, farklılaştığı, normal ve anormalin birbirine karıştığı, gerçeklikle bağımızın koptuğu ama büyük bir ciddiyetle her şeyin eskisi gibi göründüğü bir dünya, Kerr'deki kasabada vücut buluyor. Pirselimoğlu, kendi romanından yazdığı senaryoyu, son dönemde çalıştığı görüntü yönetmeni Andreas Sinanos'un harika kadrajları ve sanat yönetmeni Natali Yeres'in antolojilere geçecek ustalıklı çalışmasıyla müthiş uyumlu hale getirerek kuruyor bu dünyayı.
Umutsuz vaka
Jerzy Kosinski'nin başyapıtından uyarlanan Boyalı Kuş filmi, savaş zamanlarında iyice ortaya çıkan, insanın karanlık ve acımasız tarafını bir çocuğun gözünden anlatmıştı. Dehşet bir karanlıktı Boyalı Kuş'un bize gösterdiği. Robert Eggers'ın yönettiği Kuzeyli/The Nortman'de küçük bir çocuk olarak karşımıza çıkan Amleth, Boyalı Kuş'taki çocuktan birkaç yaş büyük. Babası kral, kendi de krallığın varisi. Ama amcası onun gözünün önünde babasını öldürüp tahta çıkıyor. Onu da öldürmek istiyor ama olmuyor. İşte o çocuğun intikam alma macerasını izliyorum Kuzeyli filminde. Shakespeare'in Hamlet eserinin izinden gidiyor aslında Kuzeyli filmi. İlk elden Hamlet'in tarihi, epik bir macera filmine uyarlaması olarak düşünülebilir. Ama yaşadığımız dünya, savaş ve çocuklar söz konusu olunca farklı okumalar yapmak gerektiğini dayatıyor bize. Sinematografisiyle, oyuncu performanslarıyla, mitolojik anlatımıyla bir albenisi olsa da Kuzeyli nihayetinde bir çocuğun intikam hırsıyla canavarlaşmasının öyküsü...
23 Nisan filmleri
Bugün malum 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı... Bu bayram gününde çocuklarınızla bir film izlemek bir tercih. Kimi edebiyat uyarlaması olan beş filmlik seçki hazırladım belki birini seçip çocuklarınızın bayramını daha anlamlı kılarsınız...
Hugo
Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak
Oliver Twist
Harry Potter serisi
Ruhların Kaçışı