İyi, Kötü ve Çirkin, Bir Zamanlar Batıda, Bir Zamanlar Amerika, Bir Avuç Dolar İçin ... Usta İtalyan yönetmen Sergio Leone'nin filmlerini beyazperdede izleyenlerin sayısı izlemeyenlerin sayısından azdır galiba. 41. İstanbul Film Festivali işte ustanın filmlerini beyazperdede izlemek isteyenlere bir fırsat sunuyor. Leone'nin içlerinde sinema tarihinin en meşhur filmlerinden İyi, Kötü ve Çirkin'in de olduğu yedi filmi (Bir Zamanlar Batıda, Bir Zamanlar Amerika, Bir Avuç Dolar İçin, Birkaç Dolar İçin, Rodos Heykeli, Yabandan Gelen Adam) gösterecek.
Naçizane Sergio Leone filmlerinin festivalde gösterilmesi karşısında heyecanlandım. Çünkü Leone, filmleriyle benim gibi birçok insana sinema sevgisini aşılayan yönetmenlerden. Maalesef onun filmlerini sinemada izleme şansına erişemedim. Durumu benim gibi olan sinemaseverlerin bu fırsatı değerlendireceklerini düşünüyorum. Öte yandan söz Sergio Leone'den açılmışken İstanbul Film Festivali'nin tarihinde, kaçan bir fırsattan da bahsedeyim. Yıllar önce İstanbul Film Festivali'ni 25 yıl yöneten Hülya Uçansu'nun Bir Uzun Mesafe Festivalcisinin Anıları kitabını okurken yönetmenin İstanbul'a gelme fırsatının nasıl kaçtığını okumuş, şaşırmıştım. Olay şöyle gelişmiş: Şakir Eczacıbaşı, Altın Lale yarışmasına jüri başkanı olarak Vittorio Gassman'ın davet edilmesini istemiş. O dönem Roma'da yaşayan Ferzan Özpetek'ten yardım istenmiş. O da Gassman ile temas kurmuş. Birkaç gün sonra "Maalesef Gassman sağlık nedenleriyle artık yolculuk yapmıyormuş. Fakat Sergio Leone ilgilendi. Tabii Leone gibi bir isme sadece başkanlık önerilebilir. Ona ne söylememi istersiniz?" diye cevap yazmış. Şakir Bey, Gassman'ın gelemeyeceğini öğrenince Leone'yle ilgilenmemiş. Böylece Sergio Leone'nin İstanbul'a gelme fırsatı kaçmış. Anladığım o dönem festivalin sinema anlayışı ile Leone'nin sinemaya bakışı çok uygun görülmemiş.
Neyse yıllar sonra bu fırsatın telafisi yapılıyor!
BABA'YLA BEYAZPERDE KEYFİ
Sinema tarihinin bir başka ikonik filmi de Francis Ford Coppola'nın yönettiği Baba filmidir. Bu yıl filmin 50. yıl dönümü. Sinema tarihine altın harflerle geçen filmin, yarım asrı devirmesi tüm dünyada çeşitli etkinliklerle kutlanıyor. Daha önce yazmıştım, bu kutlama çerçevesinde 41. İstanbul Film Festivali'nde filmin yenilenmiş kopyası gösterilecek. Bu filmi de beyazperdede izlemek büyük bir şans. Kaçırmayın!
BU 15 FİLMİ KAÇIRMAYIN
* Kutsama/Benediction Yönetmen: Terence Davies
* Alcarras Yönetmen: Carla Simon
* Rabiye Kurnaz George W. Bush'a Karşı/Rabiye Kurnaz Gegen George W. Bush Yönetmen: Andreas Dresen
* Peter Von Kant Yönetmen: François Ozon
* Süper Kahramanlar/Superheroes Yönetmen: Paolo Genovese
* Freaks Out Yönetmen: Gabriele Mainetti
* Oyun Alanı/Playground Yönetmen: Laura Wandel
* Yüzbaşı Volkonogov Kaçtı/Captain Volkonogov Escaped Yönetmen: Natasha Merkulova, Aleksey Chupov
* İnsani Şeyler/The Accusation Yönetmen: Yvan Attal
* Koudelka Aynı Nehirden Geçmek/ Koudelka: Crossing The Same River Yönetmen: Coşkun Aşar
* Yaşamaya Bak/C'mon c'mon Yönetmen: Mike Mills
* Klondike Yönetmen: Maryna Er Gorbach
* Post Mortem Yönetmen: Peter Bergendy
* Kerr Yönetmen: Tayfun Pirselimoğlu
* Aşk, Maşk Ölüm Yönetmen: Cem Kaya
HAFTANIN FİLMİ
Geleceği olamayan adam!
ABD ordusunun özel biriminde görev yapan ve dizindeki yara iyileşince işinin başına dönmeyi bekleyen bir asker James (Chris Pine). Kilisedeki ayinde dünyanın bir başka ucuna gidecek üç asker için "Tanrı sizi korusun, Tanrı Amerika'yı korusun" diye dua ediyor, coşkulu kalabalıkla birlikte. Fakat kaygılı. Kaygısının nedeni, sonraki sahnelerde çıkıyor. Dizindeki yara bahane edilerek James emekliye sevk ediliyor. Ve sonrasında mutfaktaki aile masasında faturaları bile ödeyemeyecek durumda olduğunu fark ettiği anları izliyoruz. Vakti zamanında "Vatan, millet, Mississipi" diyerek Irak ve Afganistan işgallerine gönderilen, orada yaralananınca da bir kenara atılan ve ailesinin geçimini sağlama imkanı kalmayan James'in hikayesi böyle başlıyor. Asker o, geçindirmesi gereken bir ailesi var ve tek bildiği de savaşmak. Kendisi gibi ordu tarafından kullanılıp atılan askerlerin kurduğu ve devletinin 'pis' işlerini yapan bir grup olduğu öğrenince mecburen onlardan iş istiyor. Kabul ediliyor. İlk işi de Berlin'de biyolojik silah yaptığı düşünülen bir Arap bilim insanının öldürülmesi ve çalışmalarına el koyulması operasyonunda yer almak. James kendi gibi eski askerlerle operasyonun en kritik noktasında işini yapıyor ama Alman polisi ile çatışma başlayınca işin rengi değişiyor. James avcı iken birden ava dönüşüyor. Kaçma kovalama başlıyor. Peki onu avlamaya çalışanlar kim derseniz, kendisi gibi ıskartaya çıkan başka Amerikalı askerler. Onlar da ailelerini geçindirmek için girmiş bu işe... Bilim kurgu Metropia ile dikkatleri çeken ve !f İstanbul'da Esrarengiz Cinayet/The Nile Hilton Incident filmi gösterilen Mısır kökenli İsveçli Tarık Saleh'in yönettiği Komplo/The Contractor, bir aksiyon/gerilim filmi gibi görünse de aslında altını çizmeden ABD ordusunun arka bahçesindeki işleyişi anlatıyor bir askerin hikayesi üzerinden. Askerin babasıyla ilişkisini, ailesini, kiliseyi, arkadaş çevresini de işin içine dahil ederek bir sistematiği gösteriyor film bize. Dünyanın çeşitli yerlerine demokrasi götürdüğünü düşünen askerler, yasal kullanım süreleri dolunca yasal olmayan işlerde çalışmaya zorlanıyor. Ki bu mesele yani eski askerlerin yaşadıkları bu sistematik zorlama, kimi filmlerde karşımıza çıksa da son yıllarda mevzuyu bu kadar net anlatan bir yapım izlememiştik. Bu yönüyle Komplo ciddi parantez açıyor bize...Bu parantez bize yabancı değil aslında. Hani Geçmişi Olmayan Adam serisini hatırlayın. Özel operasyonlar için yetiştirilen Jason Bourne'un yaşadıkları, geçmişini araştırırken ülkesine nasıl hizmet ettiğini (!) anladığı anları düşünün. Komplo'da da geleceği olmayan adamların öyküsünü seyrediyoruz işte...