Bir kuşak için evlerdeki halı bir oyun alanıydı. Halının çizgileri, motifleri çocukluk aklıyla oynanan oyunların da kurallarını belirlerdi. Arter'de, Emre Baykal'ın küratörlüğünde açılan OyunBu sergisindeki Pravdoliub Ivanov'un bir halının parçalanmasını anlatan Parçalanmış Masal Aracı eserini görünce oyun alanlarımızın nasıl ayağımızın altından kaydığını hissetmedim desem yalan olur.
Günümüzde oyunun zemini parçalandığı gibi, oyun olgusu da değişiyor. Oyuna daha yetişkin aklıyla bir anlam yükleme çabası var dünyada. Hatta yetişkinler olarak her şeyi, koca hayatı bile oyunla açıklama gibi gayemiz bile var. Oysa çocuğun oyuna yüklediği anlam bambaşka... Mesela oyun kazananı olmayan bir süreçtir onlar için.
Arter'in birinci ve ikinci katına yayılan, müzenin koleksiyonundaki sanatçıların eserlerinden oluşan OyunBu, biraz çocukluk algımızdaki oyun olgusunu biraz yetişkinlerin oyun kuruculuğu ya da kural koyuculuğunu, oyundaki rekabet, haz, merak duygusunu ele alan, bunları çarpıştıran hınzır ve yaramaz bir sergi. Hınzır çünkü seyirciler açısından düşünüldüğünde çocuk algısıyla, yetişkin algısının farklılığını ortaya çıkabilecek bir potansiyele sahip sergi ve bunun da çok farkında. Mesela Volkan Aslan'ın çeşitli porselen ve seramik biblolardan oluşan Pazar: Kırılacak Eşya eseri çocuğun ve yetişkinin hayata bakışını özetleyen bir yapıt. Çocuğun merak duygusunu kamçılayan ve dokunma güdüsünü harekete geçiren bu biblolar, yetişkinler için kırılma ihtimaline karşın dokunulmaması gereken heykeller. İşte bu gerilimli hali ziyadesiyle hissettiren eser, günün sonunda çocuk-yetişkin algısının farklılığını doğal olarak ortaya koyuyor.
Peki sergi neden yaramaz derseniz. Çünkü zihnimizdeki oyun kavramını ters-yüz edecek işler koyarak önümüze, aklımızın ayarlarıyla oynamaya çalışıyor bir yandan da. Jacop Dahlgren'in bir duvarı kaplayan onlarca dart tahtasından oluşan Ben, Dünya, Şeyler, Hayat eseri tam da yetişkinlerin oyun algısını ortaya çıkaracak türden. Merakın ötesinde kazanma hırsına, rekabete, hazza davetiye çıkaran, bir yanıyla yetişkinlerin oyun meselesine bakışını ve bunun hayata ilişkin yansımalarını çok şık bir şekilde ortaya koyan bir iş. Biz yetişkinlerin o dart tahtalarının önünde oyunu oyun olmaktan nasıl çıkardığımızı anlamamızı sağlıyor. Günün sonunda oyun neydi diye sormaya davet ediyor izleyiciyi.
İşte o zaman birinci kattaki Selim Birsel'in Çalı Okulu eseri daha bir anlam kazanıyor. Birsel, modern eğitim aparatlarından sırayı öyle bir önümüze getiriyor ki, bu sırada kurulacak düş ne işe yarar diye düşünüyor insan. Adeta düşsüz insanlar dünyasından bir nesne var karşımızda. Çünkü sıra hani şu sabit sandalyelilerden. Belli bir formda oturmazsanız rahatsız olmanız işten bile değil. Tek tipleştirme, sınırlandırma... Böylesi bir sınırlama içinde hangi düş düş olabilir ki? Ve tam da yanındaki yine Volkan Aslan'ın deforme olmuş olimpiyat halkalarından oluşan Oyunlar Oyunlar eseri sanki bu soruya verilmiş bir cevap niteliğinde.
HER OYUN BİTER
Şakir Gökçebağ'ın üçlü elektrik prizlerinden oluşan Reziztans 1 eseri adeta her türlü malzemeden oyun kurulabileceğini gösteriyor. Tıpkı Leyla Gediz'in Jump Cut işinde olduğu gibi. Ki oldukça da çocuksu. Ama bir lego dünyasını da akla getiriyor. Ki üst katta çıkınca Gabriela Vanga'nın legolardan oluşan Hiç Tereddüt Etmeden adlı ok ve yay eserini görünce bir rahatlama hissi geliyor. Lakin Serkan Özkaya'nın Spagetti İskemle'si bir makarnanın bile oyun nesnesi olabileceğini gösteriyor bize.
Lakin her oyunun bir bitişi var. Çocuk için kazanmak ya da kaybetmek değil bu bitiş önemli. Yetişkin içinse bitiş oyunu kazanıp kazanmadığını anladığı andır. Hassan Sharif'in okul çantalarından oluşan Okula Dönüş eseri, çocuktan yana koyuyor tavrını ve bir hüzünlü bitişi duyumsatıyor...
Neticede, Arter'deki OyunBu sergisinden çıkarken "Yetişkin olmak bizim büyük çaresizliğimiz mi?" diye soruyor insan. Ne demişti Fazıl Hüsnü Dağlarca: "Çıkamaz çocukluğundan dışarı kimse. Oynamamız bundandır..."