İstanbul şu sıralar uluslararası bir etkinliğe ev sahipliği yapıyor, NASA Uzay Sergisi'ne. Kapıdan içeri girdiğinizde evrenin sonsuz gizemi içinde süzülüyor, edindiğiniz her bilgi ile bir şifreyi çözüyorsunuz. Zenginleştirilmiş VR alanları ile uzayı deneyimleyip oradaymış gibi yerçekimsiz ortamda havalanabilirsiniz. Üstelik gerçek bir Ay Taşı da ziyaretçileri bekliyor. Bu taşa dokunmak tarifsiz bir his... Ayrıca bir astronot gibi giyinip uzay roketlerinde zaman geçirebilirsiniz. Minika'nın sponsor olduğu bu heyecan verici sergiye özellikle çocuklarınızla gitmenizi tavsiye ediyorum.
NASA Uzay Sergisi'nde uzayı deneyimlemek dışında bir ilk daha yaşandı ve bugüne kadar uzayda en çok vakit geçiren astronot olan Andre Kuipers, Türkiye'ye geldi. Ben de kendisi ile tanışma fırsatı buldum ve uzayda geçirdiği 204 gün hakkında samimi bir röportaj yaptık. Yerçekimsiz bir ortamda, ailesinden ve sevdiklerinden uzakta yaşadığı deneyimi tüm içtenliği ile anlattı. Hoyratça kullanarak denizlerini, ovalarını kirlettiğimiz yeryüzüne dair söylediklerini tüm ruhumla hissettim. Uzayda olmak eşsiz bir kozmik deneyim olsa da Kuipers'ın insanlığa mesajı açık ve netti: "Uzay, Mars, Ay zorlu bir iklim. Su yok, yerçekimi yok. Sıcaklık eksi 240 dereceye kadar düşebiliyor. Bu yüzden Dünya'yı iyileştirmeliyiz, uzay yaşanacak bir yer değil."
- Uzayda en uzun kalan astronotsunuz. Bir anlamda şu an bilimin kurguladığı geleceği yaşadınız. Gelecekten günümüzdeki insanlara ne söylemek istersiniz?
- Kocaman bir okyanusun içinde keşifler yapıyoruz. Uzaya çıkmak için ilk adımlarımızı attık. Sadece aya gittik ama ardından Mars gelecek. Gelecekte insanlar kâinatın başka bölgelerine gidebilecek. Şu an teknoloji bizi biraz sınırlıyor ama gelecekte daha hızlı gidebileceğimiz teknolojiler bulacağız ve uzayda daha uzun kalabileceğiz. Hatta yıldızlara daha yakın olan gezegenlere de gidebileceğiz. Bilim kurgu gibi görünüyor olabilir ama şu anda yaşadığımız hayat da Orta Çağdakiler için bilim kurguydu. Teknolojide sınır yok ve yavaş yavaş uzayın derinliklerine gitmeye başlayacağız.
- Uzaydayken dünyaya dair özlediğiniz neler oldu?
- Uzay çok muazzam bir yer. Ağırlığınız yok. Sıvılar top haline geliyor ve dünyayı uzaktan görüyoruz. Ama tabiatı özlüyor insan. Kumsala gitmeyi, kuş cıvıltılarını duymayı istiyorsunuz. Koku almak, bazı güzel şeyler koklamanın aslında ne kadar önemli olduğunu anlıyorsunuz. Dünyada olmak çok güzel aslında. Uzay mekiğinde her şey bizim için yapıldı, ısı iyi ama rüzgârı ve yağmuru çok özledim.
YIKANMAYI ÇOK ÖZLEDİM
- Dünyanın az zamanı kaldığına dair söylentiler var. Bundan sonraki hayatınızı tamamen uzayda geçirecek olsanız bu dayanılır olur muydu?
- Gezegenimize çok dikkat etmemiz gerekir. Yakında 8 milyarlık nüfusa erişeceğiz. Her gün 200 bin kişi doğuyor. Bu insanların da enerjiye, suya, gıdaya ihtiyacı var. Dünya'ya iyileşmesi için zaman vermeliyiz. Biz sadece akıllıyız ve bu akılla dünyanın sorunlarını çözmeliyiz. Dünya'yı mahvedersek herkesi Mars'a gönderemeyiz. Mars'ta oksijen, su yok. Çok ince bir atmosfer sadece karbondioksit var. Bizi radyasyondan koruyacak manyetik alan da yok. Zorlu bir iklim. Kışın eksi 240 dereceye kadar düşebiliyor. O yüzden Dünya'nın sorunlarını çözmeliyiz. İnsanlar uzaya gidebilir, orada çalışabilir, enerji de alabiliriz uzaydan, mineraller, değerli metaller de bulabiliriz ama hepimizin yaşayacağı bir yer değil. Uzayda, Ay'da, Mars'ta sadece küçük bir grup yaşayabilir. Bu yüzden dünyaya sahip çıkmalıyız.
- Dünyaya döndüğünde en çok yapmak istediğiniz şey neydi?
- Sıcak suda yıkanmayı özlemiştim. Çünkü uzayda akan su yok. Sular hemen top haline geliyor. Bu yüzden bezlerle temizleniyorduk. Yer çekimi olmadığı için bedeniniz değişmeye başlıyor. Reflekslerimiz farklılaşıyor. Ama döndüğümde sıcak suya girdiğimde başım döndü. Islak çim kokusunu ve annemin yaptığı yemeklerini özledim.
- Pek çok şeyde olduğu gibi uzaya giderken de ölme ihtimali var. Siz bunu düşündünüz mü?
- Elbette, bir astronotsanız bu riski hesaplıyorsunuz. Patlayan roketler, kaybettiğimiz meslektaşlarımız oldu. Özellikle acil durumlar için eğitimler alıyoruz. Hava basıncı düşebilir, yangın olabilir... Oluşabilecek problemlerin çözümünü öğreniyoruz. Roketimi tasarlayanlara çok güveniyorum. Risk yüksek ama test eden de birçok insan var.
GEZEGENİMİZ KIRILGAN GÖRÜNÜYORDU
- Uzayda olmak, oradan Dünya'yı izlemek ve Dünya'dan uzakta olmak sizde yeni bir yaşam felsefesi oluşturdu mu?
- Öncelikle uzayda çok çalışmak gerekiyor. Roketin içinde bakıma, onarıma, tamire ve başka görevlerle uğraşırsınız. Pencereden Dünya'ya bakarken düşünürsünüz. İki duygu oluştu bende. Uzay için endişe etmiyordum ama Dünya çok kırılgan görünüyordu. Küçük bir küre, incecik bir atmosferi var. Uzay ise bomboş, boğuk aslında düşmanca! Gezegenimiz her an kırılabilirmiş gibi göründü. Uzay gezegenimizin etrafındaki simsiyah bir battaniye gibi hissettirdi bana. İkincisi kozmik bir duyguydu. Bir kürede yaşadığımı biliyorum ama dışarı baktığımda dünya düz ve hava sonsuzmuş gibi görünüyor. Ama uzayda ise dünyanın tamamen bir küre olduğunu biliyor ve onun etrafında dönüyorsunuz. Mars'ı Venüs'ü görüyor, altlarından geçiyorsunuz, Güneş tam karşınızda duruyor. Ve kendinizi Güneş Sistemi'nin bir parçası gibi hissediyorsunuz. Bu dini bir duygu olarak da tasvir edilebilir. Çok özeldi.
KIZIM BENİ HAVAİ FİŞEK ZANNETTİ
- Ailenize, çocuklarınıza özlem duydunuz mu?
- İlk gittiğimde iki kızım vardı. Biri 10 diğeri üç yaşındaydı ve ben sadece babaydım. Çalışıyordum, onlar da atlarla ilgileniyorlardı. Daha sonra roketin uzaya fırlatılacağı Kazakistan'a geldiler. Orada babaları rokete binip gidecekti. Büyük kızım korkmaya başladı. Ama ben roketle uçtuğumda eşim üç yaşındaki kızıma, "Beğendin mi?" diye sormuş. O da "Bir daha, bir daha uçsun" demiş. Beni havai fişek zannetti ve bir daha görmek istedi galiba (Gülüyor). Ailemi uzayda çok özledim ama dünyayla sık sık iletişim halindeydik. Evimi arayabiliyor ve video konferans yapıyorduk. Özellikle pazar günleri 20 dakikalık görüşmelerimiz çok güzeldi.
***
KİTABI OLMAYAN ÇOCUK KALMASIN
AÇEV Genel Müdürü Senem Başyurt'un söylediği şu sözler beni çok etkiledi: "Bilimsel araştırmalar bize yüksek sosyoekonomik düzeye sahip ailelerde yetişen çocukların 4 yaşına geldiklerinde 45 milyon kelime duyduklarını, oysa düşük sosyoekonomik seviyede yetişen çocukların sadece 13 milyon kelime duyduklarını gösteriyor. Bu 32 milyonluk fark hem bireylerin hayatını hem de ekonomiden toplumsal yapıya, ülkeyi etkiliyor. Bu farkı ancak çocukları erken yaşlarda kitaplarla tanıştırarak kapatabiliriz. Ancak maalesef ülkemizde 5 yaşında çocukların yüzde 71'inin evinde 3'ten az çocuk kitabı var ya da hiç yok." Hepimiz bu çağrıya kulak verelim ve yeni yılda Okuyan Bir Gelecek projesine bağış yaparak yeni yılda sevdiklerimize çocukların mutluluğunu hediye edelim.
GELECEĞİ SEVİNDİR
Nesquik harika bir projeye imza atmış. Projenin adı Geleceği Sevindir. İlkokul öğrencilerine geri dönüşüm bilinci kazandırmak ve zaten birçoğunda varolan doğa sevgisi pekiştirmek için içinde geri dönüşüm malzemeleri olan bir kit hazırlamış. Aralık ayında İstanbul, Ankara ve İzmir'de belirlediği pilot okullarda atölyeler düzenleyerek tam 1000 çocuğa ulaşmış. Nesquik'i tebrik ediyor ve bu projeyi Anadolu'nun en ücra köşesindeki çocuklarımızla da buluşturmasını diliyorum.