Not: Bu yazı filmle ilgili bilgi içermektedrir.
Milenyuma bir kala, 1999'da, daha dijital çağın kapısının önünde beklerken, Wachowski Kardeşler Matrix'te bize, insanın geleceği ile öyle öngörülerde bulunmuşlardı ki, şaşıp kalmıştık. Sinemanın pek sevdiği makinelerle insanların savaşından yola çıkan Matrix, insanın yakın bir gelecekte gerçekle ilişkisinin kopacağını söylüyordu. Sanal bir simülasyonun içinde, elimizden hür irademiz alınmış şekilde yaşadığımızı anlatıyordu. Bu sanallıkta, gerçekliğin insan zihninde algı ve deneyim bağlamında yer değiştireceği, insanın gerçekte köle olacağı ve makineler için birer enerji kaynakları haline geleceği öngörüsü oldukça sert bir yaklaşımdı o zamanlar için.
Bizleri yeni olan birçok kavramla tanıştıran Matrix, popüler kültürü derinden etkilemiş, hem meselesi hem de sinematografisiyle milenyuma bir kala sinemada çığır açmış, arka arkaya çekilen ikinci ve üçüncü filmlerle kendi efsanesini ve mitini yaratmıştı.
Sonrasında Wachowski Kardeşler pek çok film hatta dizi çekti ama hiçbiri Matrix kadar etkili olmadı. Onların adı hep Matrix serisi ile anıldı. Yıllar sonra Lara Wachowski Matrix Resurrectıons ile bu efsanenin dünyasına yeniden götürüyor bizi.
Makineler ve insanlar arasındaki mücadelede Neo (Keanu Reeves) liderliğinde insanlık makineleri yok edememiş olsa da bir barış yapılmıştı.
Matrix Resurrectıons filminde, bu barışın üzerinden çok uzun zaman geçtiğini anlıyoruz. Yine makinelerin bizler için kurduğu bir dünyadayız. Matrix meğer bir bilgisayar oyunuymuş Thomas Anderson da bu oyunun tasarımcısı.
VE TRINITY SAHNE ALIYOR
Lara Wachowski, Matrix'in yarattığı mitin, serinin öngörülerinin bugünün dünyasındaki izdüşümlerinin, zamanın önüne hiçbir şeyin geçemediğinin farkında olarak yeni bir Matrix evrenine götürüyor bizi. (Yeni ama eski evrenle de gayet bağlantılı aslında bu dünya.) Bunun için Matrix efsanesine belli bir mesafeden bakarak anlatıyor hikayeyi. Kurgu, gerçek, algı, deneyim ilişkisi üzerinden makine ve insan mücadelesini yeniden başlatıyor. Leo işin merkezinde ama onun odağında, yeni Matrix evreninde evli çocuklu olarak karşımıza çıkan, adı da Tiffany'e (Carrie-Anne Moss) dönüştürülen Trinity var.
Büyük beklentileri olan Matrix hayranları ne düşünür bilemiyorum ama Lara Wachowski, zamanın ruhuna uygun bir Matrix evreni kurmayı başarıyor naçizane. Eski dostlarımızdan bazıları yok, bazıları farklı şekilde karşımıza çıkıyor. Ama bu evrende özgür irade adına insana, makineler karşısında ikinci bir şans veriyor Lara Wachowski. Neo ve Trinity'nin işi kolay değil. Karşılarında "insanın hayallerini bile insana karşı silaha çeviren" bir sistem var. Bakalım bu mücadele nereye evrilecek?
Lakin dijital çağın imkanlarının doyumsuzca solunduğu bir dünyanın gidişatıyla ilgili bir derdi var Lara Wachowski'nin. Yeni Matrix evreninde, bu dijital dünyada insan emeğini ve unsurunu görmezden gelen, sürekli error verse de zekasıyla krizleri fırsatçılığa dönüştüren, bizim sistem dediğimiz bir anlayışla, her şeyin insan odaklı olması gerektiğini düşünen, gerçeğin, değerlerin önemli olduğunu ortaya koyan iki farklı yaklaşımın mücadelesini izliyoruz.
İlk Matrix'i izlerken "Biz bir simülasyoda mı?" yaşıyoruz diyorduk. O simülasyon günümüzün gerçeği oldu. Matrix Resurrectıons filmi ile bu simülasyondan kurtulmanın mücadelesini izliyoruz. Kurtulacak mıyız hep birlikte göreceğiz...