Usta yönetmen Ridley Scott, Thelma ve Louise ile 30 yıl önce Hollywood'un erkek egemen yapısının temeline dinamit koymuş ve 'devrim' olarak nitelendirilen filmiyle bir çığır açmıştı. Tabii erkek şiddeti konusunda da ta o yıllarda safını seçmişti. Aradan geçen 30 yılda Scott cephesinde değişen bir şey yok. Ama tabii dünyada çok şey değişti.
Eric Jager'in 2004'te yayımlanan Son Düello: Ortaçağ Fransa'sında Gerçek Bir Suç, Skandal ve Düello ile Yargılama Hikayesi kitabından uyarlanan Son Düello/ The Last Duel filminde Scott bizleri 14. yüzyıla götürüyor. Yüzyıl Savaşları sırasında yaşanan bir tecavüzün çok boyutlu hikayesi üzerinden yine bir erkek şiddeti karşısında hakkını arayan ve varolmaya çalışan bir kadının yaşadıklarını anlatıyor.
Avrupa'da, kadının erkeğin mülkü olarak görüldüğü yıllar. Normandiyalı bir şövalye olan Jean de Carrouges'in (Matt Damon) karısı Marguerite'ye (Jodie Comer), şövalyemiz kralı için savaştayken, Jacques Le Gris (Adam Driver) tecavüz eder. Şövalye ile eskiden arkadaş olsa da Jacques Le Gris, Kont Pierre d'Alençon'un (Ben Affleck) himayesinde güç zehirlenmesi yaşadığı için bu suça cüret edebilir.
Marguerite de bu olayı büyük bir cesaretle kocasına anlatır. Jean de Carrouges hem onuru ama daha önemlisi iktidardan destek alıp her fırsatta onun önünü kesen Jacques Le Gris'le mücadele için bunu bir fırsat görür ve meleseyi mahkemeye taşır. Ve bir düello talep eder.
Yönetmen Scott, Akira Kurosawa'nın Rashomon filmindeki gibi, bir olayı üç ana karakterin gözünden anlatarak bize Ortaçağ'da önce erkekler arasındaki sert iktidar ilişkisini, sonra da kadının bu ilişkilerdeki ikincilliğini ele alıyor.
Olayları önce şövalye Jean de Carrouges'in (Matt Damon) gözünden izliyoruz. Ki bu bölümü Matt Damon yazmış. Sonra Jacques Le Gris'in (Adam Driver) aynı olayı nasıl yaşadığı anlatılıyor. Ki bu bölümü de Ben Affleck yazmış. Bu iki bölüm bize iki erkek arasındaki sert mücadeleyi ve iktidar karşısındaki pozisyonlarını, dönemin koşulları içerisinde anlatsa da ortak noktaları kadına olan bakış açıları. Jean de Carrouges'e göre kadın, tahtının varisini doğurmasıyla toplumsal anlamda işlevli olabilen, erkeğin iktidarını sürdürmesine hizmet ettikçe kıymet gören bir insan. Jacques Le Gris içinse kadın, erkeğin zevk objesi... İkisi de kadın üzerinde her şeyi yapmaya kendilerini muktedir görüyor. Kadın, iki erkeğin mücadelesinde bir araca dönüşüyor
Fakat Scott sözü kadına da bırakıyor. Olayları bir de Marguerite'nin (Jodie Comer) gözünden izleyince (Bu bölümü Nicole Holofcener yazmış) farklı bir durum ortaya çıkıyor. Mesele erkekler arası mücadeleden, bir adalet arayışından çıkıp Marguerite'nin kadın olarak var olma mücadelesine dönüşüyor. Ve aslında koca bir sistemin, (krallık, kilise, toplumsal roller, erkeklik miti...) kadının bu varoluşuna karşı kendini nasıl dizayn ettiğini görüyorsunuz. Çünkü sistem her aşamada kadının ancak bir erkekle var olabileceğini gösteriyor bize.
Farklı türlerde sinema tarihine geçen filmler çekmesiyle bilinen Scott'ın tarihi dramalara merakı malum. Scott, Son Düello'da yönetmen olarak yine hakkını verdiği bir tarih dramayı önümüze getirirken onun son sözü kadına bırakması önemli. Yaşanmış, Eric Jager'in kitabı çıkana kadar bir onur mücadelesi olarak anlatılagelen hikayede asıl mağdur sözünü söyleyince anlatı nasıl farklılaşıyor anlıyoruz. Scott bunu film aracılığıyla kitleselleştiriyor aslında. Tarihi anlatıları bir de kadınlardan dinleyin demeye getirerek, tarih yazımındaki erkek bakışının tuzaklarına dikkat çekiyor.
Scott'ın hem anlatımı hem sinematografisiyle Cennetin Krallığı'ndan sonraki en iyi filmlerinden biri var karşımızda. Ki filmin çeşitli dallarda Oscar adayı olması muhtemel. Lakin en çok Jodie Comer'ın kadın oyuncu dalında adaylık alması şaşırtıcı olmaz diye düşünüyorum. Kaçırmayın derim...
HİŞT HİŞT SAKİN OL
Venom, Örümcek Adam'ın dünyasında bir kahramanken 2018'de solo macerasıyla huzurlarımıza gelmişti. Uzaylı bir simbiyotik varlık olan Venom'un, hayatını devam ettirebilmek için bir insana bulaşması gerekiyordu. Solo macerasında bu insan da Eddie Brock'tu (Tom Hardy). Aynı bedendeki iki zıt karakterin bir noktada birbirleriyle uzlaşarak yaşamayı öğrenmesi diyebileceğimiz ilk macera orta karar bir seyirlik olarak kabul görmüştü. Açıkçası yeni bir maceraya gerek var mıydı, bilemiyorum. Ama yapımcıları devamına karar vermiş anlaşılan.
İkinci macerada Venom ve Eddie arasındaki çatışma yeniden gün yüzüne çıkıyor. Ve yollarını ayırıyorlar. Lakin tam da bu noktada kötülük abidesi bir kahraman peydah oluyor. Islahevinde büyümüş hayatının aşkından mahrum kalmış katil Cletus Kasady (Woody Harrelson) idamı öncesi bizim Eddie ile buluşmak istiyor. Ve onu ısırınca vücudunda faklı bir simbiyotik varlık oluşmaya başlıyor. Onun verdiği üstün yeteneklerle sevgilisini buluyor ve tıpkı Katil Doğanlar filmindeki gibi kötülük saçan bir ikili haline geliyorlar. Tabii onları durdurmak için bizimkiler yeniden bir araya gelmek durumunda kalıyor.
Yönetmenlik koltuğunu Ruben Fleischer'den devralan Andy Serkis'in çektiği Venom: Zehirli Öfke 2, ilk macerayı sevenler için seyirlik bir film yine. MFÖ'nin şarkısındaki "Mazeretim var. Asabiyim ben" şeklinde özetlenebilecek bir ruh haliyle "Güç bende artık" diyen başka bir ruh halinin mücadelesi... Tabii "kontrolsüz güç güç değildir", onu da biliyoruz.