İsrail işgali, çocukken Mehmet Ali Birand'ın 32. Gün programında izlediğimiz, İsrail askerlerinin taşla bir Filistinlinin kolunu kırdığı görüntülerle hafızamıza kazınmıştı. Babalarımızın belleğinde başka zulümler vardı. Şimdi çocuklarımız Gazze'de akranlarının yaşadığı acılara tanık oluyor. Hayat akıp gidiyor, dünya değişiyor ama İsrail işgali bir türlü çözülemediği gibi İsrail devletinin Filistinlilere yönelik herkesi öfkelendiren, acımasız yaklaşımı da değişmiyor…
Ama bu büyük sorunun içine doğan Filistinlilerin bir kısmı büyüyüp eline kamerayı alınca çektikleri filmlerle sinemada da bu meseleye dair bir hafıza oluşturdular yıllar içinde. Hem de büyük zorluklarla.
Yıllar önce Filistinli yönetmen Kamal Aljafari ile konuşmuştum. İmkansızlıklar, zorluklar bir yana Gazze'de sinemacı ya da fotoğrafçı olmanın ne kadar riskli bir şey olduğunu şu sözlerle anlatıyordu: "Gazze'de çok az sayıda sinemacı var. Eğer fotoğrafçı ya da kameramansanız, nişancılar tarafından kurşunlanmanız ya da bombalarla öldürülmeniz an meselesi." Tüylerim diken diken olmuştu.
KİŞİSEL HİKAYELER
Aljarafi, İsrail devletinin, Filistinlilerin görsel bir hafıza oluşturmasını istemediğini ve bunu engellemeye çalıştığını anlatıyordu aslında. Ama buna rağmen elimizde görsel bir hafıza var.
Peki bu hafızada neler yer alıyor? Açıkçası 1980'lere gelene kadar Filistinli yönetmenlerin çektikleri filmler İsrail'e karşı direnişinin önemini anlatan yapımlar. Filistinlilerin haklı davalarını dünya kamuoyuna duyurmak asıl amaç. Fakat yönetmen Michel Khleifi'nin 1987 yapımı Celile'de Düğün ile durum değişiyor. (Taşların Neşidesi, Üç Elmasın Masalı yönetmenin diğer önemli filmleri.) Daha kişisel hikayeler ağırlık kazanıyor Filistin sinemasında. Yıllanmış sorunların günlük hayata yansımaları üzerinden akıyor hikayeler.
Bu hikayeler alttan alta sorunun karmaşıklığını, insanların hayatlarına bu karmaşıklığın nasıl yansıdığını ele alıyor aslında. Ki günümüze gelinceye kadar da aslında böyle devam ediyor.
KUTSAL DİRENİŞ
İsrail işgali deyince Elya Süleyman'ın Kutsal Direniş filmi ilk akla gelen yapımlardan biridir. Yine Süleyman'ın The Time That Remains filmi de önemli bir yapım olarak karşımıza çıkıyor. Aslında Süleyman kendine has üslubu ile Khleifi'nin açtığı yolu genişleterek ilerliyor.
Bu yolda bir yönetmen var karşımıza çıkan: Hany Abu-Assad. Abu- Assad'ın çektiği Vaat Edilen Cennet ile Ömer filmleri yıllanmış sorunun Filistinli gençler için nasıl bir cendereye dönüştüğünü anlatan iki önemli yapım. Ki bu noktada Scandar Copti, Yaron Shani'nin yönettiği Ajami filmini de anmakta yarar var. Ajami Mahallesi'nden beş hikaye anlatan film yaşanan çatışmanın ne kadar derinleştiği anlamamızı sağlıyor.
LİMON AĞACI'NIN DRAMI
Eran Riklis'in Limon Ağacı filmi Filistinli dul bir kadın olan Selma'nın limon bahçesinin, İsrail için ulusal güvenliği tehdit edici unsur olarak tanımlaması üzerinden bir hikaye anlatırken, biz de İsrail devletinin meseleye yaklaşımını net olarak öğreniyoruz. Çünkü her şeyi, hatta limon ağaçlarını bile bir güvenlik meselesi olarak gören zihniyet, meseleyi çözmek yerine derinleştirerek işin içinden çıkılmaz hale getiriyor.
Annemarie Jacir, Bu Denizin Tuzu'nda yıllar sonra ata toprağına dönen bir kadının yaşadıklarını, Maysaloun Hamoud ise Duvarlar Arasında üç kadının yaşadıklarını anlatarak meseleye kadın kahramanlar üzerinden bakıyor. Ve işin içinden çıkılmaz gibi görünen bir meselede insanların neler yaşadığını anlamamızı sağlıyor.
Ezcümle Filistinli sinemacılar her şeye rağmen yaşadıklarını anlatmaya devam edecekler… Bugün Filistinlilerin üzerine atılan her bomba, onlara karşı film olarak geri dönecek. Ama bu kısır döngünün ne zaman biteceği ise bir muamma…