Davudi, romantik bir ses... Hem güçlü hem naif... Yılların eskitemediği popüler müzik fenomenlerinden Atilla Atasoy'dan bahsediyoruz. Atasoy Seferi adlı yeni single'ıyla karşımızda. Aynı zamanda sıkı bir seyyah olan, yüzlerce ülkeyi gezen Atasoy'yla müziği, yolculuklarını ve hayatı konuştuk...
- Seferi hem kavram hem de şarkı olarak size ne hissettiriyor?
- Seferi, malum yolda olma ve bu durumda bazı şeylerden muaf olma hali. Ama biz onu hem yol hem aşk şarkısı olarak düşündük. Zaten Assos'dan Çanakkale'ye direksiyon sallarken çıktı. Ben insanları tüketen şeylerin başında 'aynı'lıklar olduğunu düşünenlerdenim. Herkesin formülü faklıdır elbette. Ben de yollara düşerek içine düştüğüm çıkmazların üstesinden ya da kendi hakkımdan gelmenin yolunu buldum. Malum aileden başlayarak sistem ve dünya düzeni hepimize bir dolu şey dayatıyor. Hele bizim piyasada kendimiz olmak için çıktığımız yolda bizi yoldan saptıran çok faktörler olabiliyor. Ben kendim kalabilmek için farklı kültür ve coğrafyalarda yoğunlaşarak, sıradanlığın eşsiz lezzetinde dünya vatandaşı olma yolunda, şöhret esaretinden kurtulabilmiş şanslı kişilerdenim.
- Kaç sene oldu müzik piyasasında? İlk günlerinizden bugüne hem popüler müzikte hem sizin dünyanızda neler değişti?
- İlk ekrana çıktığım, 1972-73 siyah beyaz yıllardan bu yana neler değişmedi ki. Değişmeyen şey bizim dönemin sanatçılarının amatör ruhu ve çocuk heyecanı. O zaman topçu ve popçu olmak nerdeyse günahtı. Hele bir de ben 'sarı'yım. (Gülüyor) Hiç şansım yoktu. Esmer erkek ve Kadir İnanır egemenliğindeki ezberleri bozdum. Kadir'ciğime selâm ederim. Ah benim gibi 'sarı'ların çilelerinin ekmeğini neyse ki şimdilerde Kıvanç'lar, Kerem'ler yiyor. Oh afiyet şeker olsun, yarasın. Teknolojik ve politik akımlar her dönemi ve yeni kuşağı etkileyecektir. Önemli olan bu konuda kim ne yapıyorsa sanatsal ve insani kaygıyla yapıyor olması. Ve önemli olan eğlence-dinlence müzikleri ile sanat müzikleri ayırdına varmış toplum bilincinin oluşabilmesi.
- Seyyahlığınız olduğunu biliyoruz? Seyahat etmek, keşfetmek duygusu ve isteği sizde ne zaman gelişti?
- İçimdeki ses Yay burcu sesi, her zaman beni keşfetmeye, bilinmeyenin peşine düşmeye, olmadı spritüel yolculuklar yapmaya, hayatın şifrelerini aramaya, mevcudiyetimizin anlamını kavramaya çağırıyordu zaten. Ben hem eczacılıkta okuyup Ankara Çankaya vergi dairesinde çalışırken, folklor oynarken, tiyatro yaparken ve Selim Atakan ile müzik yaparken de kafamı sürekli kurcalayan bunlardı. Ezberim yoktur, kendi el yordamımla hayata ve yollara koyulmaya karar verdim..
- Bugüne kadar kaç ülke gördünüz?
- Bugüne kadar 155 ülke. Gezginler Kulübünden 'Altın Gezgin' ödülüm var.
- 70'ler, 80'ler turnelerinden, gazino günlerinden unutamadığınız neler var var?
- Yıl 1976. İlk turnem. Zaten yeni meşhur olmuşum. Kadro; Semiha Yankı, Tülây Özer, Yasemin Kumral ve ben. 40 gün 40 gece, günde iki konser. Genellikle sinemalarda ya da az miktardaki spor salonlarında. Ve tabii ki kasabalarda. Bir de bizi bir traktöre bindirip 'bak geldiler' diye gezdirildiğimiz bucaklarda. Kömürlüklerde soyunup giyiniyoruz. Günde iki konserin biri organizatöre gidiyor, anlaşma öyle. Artık zaten orkestra üyeleri, kızlar ve ben mutantlara dönmüş durumdayken otobüsümüz Tokat Samsun arasında yoğun siste şehirlerarası yolda karşıya geçirilen sığır sürüsünü biçtik. Bir facia. Biz parçalanan sığırlara mı üzülsek, konsere yetişemediğimize üzülsek derken bütün köylüler bize saldırdı. Ayrıca zaten siste yavaş giden şöförün hiç suçu yoktu, o ağır siste sürüyü karşıya geçiren çoban, köylüleri kışkırtmıştı. Biz epey taşlandıktan sonra jandarmalar geldi ve biz özel arabalara doluşup o halde Samsun'da konsere çıktık. Bir keresinde de yorgunluk ve uykusuzluktan Gaziantep'te "Hoş geldiniz sayın Diyarbakırlılar" diye geri geri selâm verirken düşmüştüm. Bir de Kayseri'de sinema konserinde, şarkımı söylerken birden havada kaldım. Meğer sahne bitmiş. Işıklar gözümü aldığından görmemişim. Neyse ki sahne dibine kadar halı gibi doldurmuş sevgili halkım beni havada yakaladı ve ben eller üstünde şarkıma devam etmiştim. Bu benim son turnem olmuştu.
- Eczacılığa devam ediyor musunuz? Bir de bir eczacı olarak formüllere yakın birisiniz. Sizce mutlu olmanın, huzurlu yaşamanın "formülü" nedir?
- Eczacılığı daha doğrusu eczaneciliği maalesef 10 yıl önce bıraktım. Ticaret kafası yok ben de. Gazi Üniversitesi'nden iyi dereceyle mezun oldum ama eczane eczacılığı çok farklı. Zaten aklım fikrim müzikteydi. Doyumsuz insan yaratığı için uzun süreli mutluluk formülü zor. İnsan doyumsuzluğa programlanmış. Gelişiminin de mutsuzluğunun da sebebi bu. Ama en azından belli yaşamışlık ve tecrübeden geçmiş insanlar için tek seçenek huzurdur ve bunun için ne yapmaları gerekiyorsa onu yapmalıdırlar. Dürüstçe 'ben kimim ne istiyorum'un cevabını içsel yolculuklarla veya iç hesaplaşmalarla bulmak ve hayata geçirmek yeterlidir.
"MUMYALANMIŞ KABİLE REİSİYLE AYNI SOFRAYA OTURDUM"
- Yolculuklarınızda, seyahatlerinizde pek çok anı biriktirmişsinizdir. Bizimle size en ilginç gelen birkaç yolculuk anınızı paylaşır mısınız?
- Oooo pek zor yahu! Ne bileyim Papua'da çıplak Dani yerlilerine misafir olup mumyalanmış eski kabile reisiyle aynı sofrada oturmak (animist yerliler reislerini mumyalayıp saklıyorlar) gibi mesela, Kongo'da parasını ödediğimiz halde yerel rehber tarafından ödenmeyen otelimizde rehin kalmak gibi meselâ, Amazonlar'da sabahın köründe timsah avına çıkmamız ve piranha avlamamız gibi mesela, Senegal Gambia arasında dünya mirası beş adet mezarı görmek için aç susuz 17 saat toprak ve engebeli yollarda helâk olmak gibi mesela, yine Kongo kabilelerine güneşin bağrında kanolarla dokuz buçuk) saat yolculuktan sonra aç kalmak gibi, tuvaletimizi gözler önünde yapabilmek gibi meselâ neler neler...