Yarın rahmetli Zeki Alasya'nın doğum günü. Yaşasaydı 78 yaşında olacaktı. Ama maalesef altı yıl önce göçüp gitti bu dünyadan. Ama işte insan yaptıklarıyla yaşıyor… Zeki Bey de filmleriyle, oyunlarıyla, tüm hayatı boyunca ürettiği sanatıyla kollektif hafızamızda hâlâ canlı kanlı duruyor… Bu yazıyı yazmama sebep aslında geçenlerde tekrardan izlediğim Kadir İnanır ve Hülya Koçyiğit'in rol aldığı Dikenli Yol filmi… 12 Eylül üzerine çekilen filmler arasında önemli gördüğüm ama bir türlü hakkı verilmemiş bir filmdir Zeki Alasya'nın yönettiği Dikenli Yol. Yıllar önce Boğaziçi Üniversitesi'ndeki Mithat Alam Film Merkezi'nde moderatörlüğünü yaptığım söyleşide bu filme neden kıymet verilmediğini sormuştum Zeki Bey'e. Nedense sinema dünyasının kendisini yönetmen olarak kabul görmeme eğilimi olduğunu anlatmıştı: "Belirli bir çevrenin beni 'yönetmen Zeki Alasya' olarak kabul etmemesi, 'Kim bu Zeki Alasya? Bir sürü yönetmen var!' demesi. İyi ama şöyle bir şey var, bu adam 25 tane film çekti, yaklaşık 24 tanesi de çok iyi iş yaptı. Kabul edilmedi, ne yaparsınız… Silah mı çekelim, dağa mı çıkalım? Katlanmak zorundasınız…"
BANA GÖRE DOĞRU FİLMDİ
Zeki Alasya bu duruma katlandı katlanmasına ama olan da onun çektiği filmlere oldu. Hem yönettiği hem de oynadığı filmlerde nedense oyuncu performansı öne çıkarıldı. Rol almayıp yönettiği filmlerse görmezden gelindi. Fakat zaman tuhaf bir şekilde önünüze onun yönetmenlik yaptığı filmleri çıkarıyor işte… Zeki Bey Dikenli Yol için de "Zeki Ökten'in ve Şerif Gören'in 12 Eylül filmlerine göre benimkinin bir farkı vardı. Ben o filmde bir dönemin insanlarının bahtsızlığını gündeme getirdim. O insanın solcu mu sağcı mı olduğu önemli değildi benim için. Aslında derine inerseniz sağcı mı solcu mu olduğu elbette belliydi ama onun altını hiç çizmedim ben, kaybolmuş bir kuşağın filmini yapmak istedim. Kendisi kaybolduğu gibi ailesini ve çevresini de çok olumsuz etkileyen bir adamın hikayesini yapmak istedim. Bana göre de doğru bir filmdir, eli yüzü düzgün bir filmdir" demişti. Rahmetli Zeki Bey ile meslek hayatım boyunca birkaç defa söyleşi yapma şansı bulmuştum. Ama o söyleşilerde ne kadar konuyu derinleştirmek istesem de bir şekilde atlatırdı beni… Fakat bu söyleşide çok açık sözlüydü. Mesela "Kamera arkası hep vardı aklımda. Tiyatroda da sinemada da gördüm ki ben oyunculukta çok istekli değilim. İşin mutfağında olmak istiyorum, yönetmenlik yapmak istiyorum" demişti. Sonra da özellikle Arzu Film'in ilk yıllarında Ertem Eğilmez'in yanında işin mutfağında neler yaptığı anlatmıştı. O söyleşide bir hayalinden bahsetmişti: "Ben 68 yaşındayım, 18 yaşından başlayarak kişi olarak, olay olarak, kent olarak bir sürü şeye tanıklık ettim, bunları anlatmak istiyorum. Anlattıklarımın içinde Devekuşu var, Metin'in hikayesi var, benim hikayem, karşı karşıya geldiğimiz insanların hikayeleri var. Bu kentin hikayesi var, bu kentte yaşayanların hikayesi var, onu anlatmak istiyorum." Ama bunu gerçekleştirmeye ömrü vefa etmedi. Bu projeyi maalesef kimse hayata geçiremez ama bize düşen bir görev var galiba. O da sinema macerasını özellikle yönetmenliğini esaslı bir şekilde ele almak…