Ankara'da yaşarken, İstanbul'da kıskandığım iki etkinlikten biriydi İstanbul Film Festivali. Üniversite okumak için bu şehre gelme nedenlerim arasıydaydı. İlk yıl biraz da parasızlıktan bir grup arkadaşla sahte SİYAD kartı ile festivale girmeye çalışıp yakalanmamız, sonra Emek Sineması'nın meşhur müdürü rahmetli Hikmet Bey'in bize sahip çıkması, üst kata göndermesi... Naçizane böyle başlamıştı benim festival maceram...
İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı'nın medarı iftarı İstanbul Film Festivali 40 yaşına bastı... Bizim gibi herhangi bir konuda sürekliliği sağlamanın çok zor olduğu bir memlekette, festivalin 40 yaşına basması büyük bir olay aslında. Normal zamanlarda olsaydık ne kutlardık ama işte pandemi bunu da elimizde aldı...
Aslında yolu festivalden geçen kime sorsanız bir sürü hikaye anlatabilir size. Anlatılan hikayeler festivale dair olsa da genelde seyirci denilen bizlerin sinema soluya soluya değişim ve dönüşüm hikayesidir. Kimi umutlu, kimi komik, kimi dramatik olsa da hep mutlu sonla biten, insana dair hikayelerdir bunlar. Bunun da sebebi festivalin en büyük özelliğinin, insan odaklı olmasıdır. Sinema ve film sevgisini ama daha ziyade kültürünü yaygınlaştırmanın en önemli yolunun insana, yani seyirciye yatırım yapmak olduğunu, galiba en başta festival için yola çıkan ekip (Şakir Eczacıbaşı, Onat Kutlar, Atilla Dorsay, Vecdi Sayar, Hülya Uçansu...) biliyordu. İşte o seyircinin içinden yönetmen de çıktı, oyuncu da çıktı, sinema yazarı da çıktı... Çıktı da çıktı... Ve memlekette sinemanın başka türlü algılanmasını ve sinemanın değer kazanmasını sağladı. Bu değer sayesinde salonuyla, filmiyle, dergisiyle, sinema kültürüne daha bir bütün olarak bakan bir sinemasever kuşak yetişti...
Nisan ayı gelip festival başlayınca, salonlardan başlayıp İstiklal Caddesi'ne taşan festival atmosferinin özünde bir eşitlik duygusu vardı her zaman. İster dünyaca ünlü bir yönetmen, ister namlı bir oyuncu, ister usta bir sinema yazarı, sosyal statüler, mesafeler ortadan kalkardı. Herkes festival gemisinin bir parçası olurdu. Festival hala bu ruhu taşıyor mu, emin değilim. Değerler aşınıyor, bu her şeye olduğunu gibi festivale de sirayet ediyor. Öte yandan dünya da değişiyor. Değişen dünya kendi kültürünü, değerini de dayatıyor. İşte festival gemisi de bu şartlar altında yol almaya çalışıyor...
Biraz şartlar ama daha çok pandemi anladığım kadarıyla festivalin 40. yılının büyük bir coşkuyla kutlanmasını engelliyor galiba... Hani festivalin 30. yılını düşünüyorum da daha heyecanlıydı herkes... Neyse bugünler de geçer. Festival ana felsefesinden taviz vermediği sürece yeni kurulan dünyada yerini alır. Umarım herkes için de yeni hikayeler yaratır.
ÜÇ AY SÜRECEK
Gelelim programa... 1 Nisan'da başlayan festival üç ay sürecek. Görünen de festivalin şimdilik online olarak devam edeceği yönünde. Ulusal ve uluslararası yarışmalar mayıs ile haziran aylarında yapılacak. Nisan ayında ise 20 filmlik bir seçki var karşımızda. Sevgili Yoldaşlar, Düşüş, Tufan Olmayacak, Possessor, Köstebek Ajan, Şiddet Tekeli, Sarayın Sessizliği tavsiye edeceğim filmler...