Ferit Edgü "Selma Gürbüz, çağdaşlarından kimselere benzemeyen bir sanatçı. Onun yapıtlarının benzerlerini, günümüzde değil, çok uzak bir geçmişte aramak gerek" der. Edgü'nün o uzak geçmiş dediği aslında hem bizim (Anadolu'nun) hem de insanlığın kültür tarihidir. Bu kültür yolculuğunda kimi zaman Anadolu hikayeleri, kimi zaman İran minyatürleri, kimi zaman Doğu ve Batı mitolojisi, kimi zaman Japon tahta baskıları çıkar karşımıza.
Fiziken şimdiki zamanda yaşasa da ayakları katman katman kültür tarihinin derinliklerine basan bir sanatçı Selma Gürbüz. Sadece içinden geçtiğimiz zamanın anlayışları, değerleriyle değil, geçmişten bugüne farklı coğrafyalardan masallar, mitler, kollektif kaygı, korkular ve ritüeller onun eserlerinde gelir baş köşeye oturur. Günümüz insanına dünya, insanlık, nereden nereye doğru yol alıyor, eserlerinde sezdirir.
Bunun için İstanbul Modern'de açılan son sergisinin adının Dünya Diye Bir Yer olması manidar. Modern zamanlarda artık yabancılaştığımız, normal şartlar altında anlamakta, kavramakta zorlandığımız, gittikçe rasyonel olmaktan çıkan dünyaya, hem içerden hem de dışardan bir bakış atıyor sanatçı. Ki Gürbüz'ün "Biraz çocuksu, biraz kederli, biraz yadırgayarak, biraz coşkuyla, biraz aşkla, biraz masalsı" dediği bir bakış bu… Bu bakış öyle beş on yıllık bir zaman dilimiyle de sınırlı değil üstelik. 35 yıllık bir geçmişi var.
ESERLERİM KONUŞUYOR
Geçen hafta çarşamba günü biz gazetecilerle bir araya gelen Gürbüz, "Türkiye'de açılan en kapsamlı sergim bu. Belki retrospektif değil ama retrospektife en yakın sergim. Çok konuşmama gerek yok. Zaten resimlerim konuşuyor" derken eserlerinin nasıl konuşkan olduklarını da anlatmaya çalışıyordu.
Öyle de, mesela son yapıtlarından biri olan Birbirimize İyi Bakalım adlı eseri, 'dünya diye bir yerde' nasıl herkesin ağlamaklı olduğunu, neredeyse hepimizin birer merhamet yorgunluğu yaşadığını söylüyor bize. Ya da 2018 tarihli Ayna Ayna Söyle Bana adlı eseri, bir yandan ölümün yaşamın doğal bir sonucu olduğunu ama diğer yandan güzellik ve estetik takıntımızı, aynaları bile şaşırtacak kadar abarttığımızı fısıldıyor kulağımıza. Otoportre (2004) eserini anımsatan Ağaç Kadın (2019) kadının kadim tarihinden ve doğayla ilişkisinden dem vuruyor. Ama insana yaşam döngümüzü de hatırlatmayı ihmal etmiyor. Karınca Yuvası ya da Örümcek Ağları bu dünyada insanın dışında da harıl harıl çalışan ve varolan başka canlıların olduğunu bir kez daha hatırlatıyor. Gürbüz'ün epik eserlerinden Araf (2010) ölüm fikri karşında insanın yaşadığı acizliği ve hezeyanları ele alıyor. Bu sergide görücüye çıkan Oshun heykeli, eski işlerinden Kibele (2008) gibi Anadolu medeniyetlerinin kadına yaklaşımlarını yeniden yorumlayan epik bir eser.
HER SERGİ YENİ BİR DÜŞÜNCE
Tabii Gürbüz'ün eserlerinin çok yönlülüğü düşünülürse herkesle farklı şeyler konuşabileceği de bir gerçek. Lakin eserlerini böyle konuşturan bir sanatçı için sergi hazırlamak da kolay değil elbet. Belki bunun için Gürbüz "Benim için her sergi bir hesaplaşmadır, çok heyecanlanırım. Yaptıklarımı izleyiciyle paylaşmak, dünyamı korkusuzca önlerine sermek tarif edilemez duygular verir bana... Her sergi aynı zamanda yeni bir düşüncedir, yeni bir duygudur benim içim. O nedenle kendimi şanslı hissederim, çünkü kafamın içi hep doludur. Sonu gelmeyen bir doluluk". diyor.
ESERLERİ ÖNEMLİ MÜZE KOLEKSİYONLARINDA
Selma Gürbüz, İstanbul Modern Müze Genel Direktörü Levent Çalıkoğlu'nun da söylediği gibi 1980 sonrası güncel sanatın içinde olan, ama bir şekilde kendini hep 'kıyıda' konumlandıran bir sanatçı. Yani 40 yıllık serüvenin hem yolcusu hem de iyi bir gözlemcisi. Eserleri The British Museum, Galerie Maeght Koleksiyonu, Santral İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi, İstanbul Modern, Proje 4L, İstanbul ve Ankara Resim Heykel müzelerinin koleksiyonlarında yer almakta. Ama bir başka özelliği daha var Gürbüz'ün. O, aynı zamanda sanat yönetmeni. Farklı disiplinlerde eser veren sanatçılarla çalışmayı seven rahmetli Ömer Kavur'un Akrebin Yolculuğu ve son filmi Karşılaşma filmlerinde sanat yönetmenliği yaptı Gürbüz. Neydi onu sinemaya iten? Bu sorunun cevabını da Fisun Yalçınkaya ile sergi kataloğu için yaptığı söyleşide cevaplıyor: "Aslında yardımcı olmak istedim. Ömer Kavur'un sinema dünyasının içine girdim. Onun sineması sevdiğim bir dile sahiptir. Biraz Fransız sineması, biraz varoluşçu, biraz polisiyedir. Ama sinemanın, dekorun ne kadar yorucu bir şey olduğunu da gördüm. Çok kalabalık, çok yıpratıcı bir şey. Tek başına oturup resim yapmak gibi değil."