Yönetmen Christopher Nolan'ın sinemasal dünyasında her şey eğilip bükülebilir, sorgulanabilir. Zaman, mekan, karakterler, insan zihni... Yalnız sadece çocukların dokunulmazlığı vardır. Hatta onlara öyle bir anlam yükler ki Nolan, bir insanın çocuklarıyla ilişkisinin o insanın hayatını net bir şekilde belirlediğini savlar. Başlangıç/Inception'ı hatırlayın, insanların rüyalarına girebilen Bay Cobb'un o çılgınca maceraya katlanma motivasyonu, uzak kaldığı çocuklarına kavuşabilmektir. Keza Yıldızlararası/ Interstellar filminde bir babanın kızını tekrar görebilmek uğruna uzay zaman yolculuğundaki mücadelesini izledik. Merakla beklenen Tenet'ın kalbinde de bir çocuk meselesi var. Nolan bu sefer anne-oğul ilişkisi üzerinden ilerliyor. Yönetmen yine çocuğu öyle bir kilit noktaya yerleştiriyor ki, neredeyse filmin bütün dramatik yükünü üstlenen anne Kat (Elizabeth Debicki) oğlu ile olan ilişkisi üzerinden aldığı kararlarla filme, hatta insanlığın geleceğine yön veren kişi oluyor. Fakat Nolan'ın farklı olarak yaptığı bir şey var Tenet'ta. O da bu sefer çocuklara da söz vermesi. Geleceğin çocuklarına sözü bırakıyor. Ve geleceğin insanlarının, yani çocuklarımızın bizi aslında cezalandırmak istediğini anlatıyor. Filmin bütün hikayesi de bu durumla şekilleniyor. Beklenen nükleer soğuk savaş yerine aslında gelecekteki insanlarla şimdiki zaman insanları arasında yaşanan 'zamansal soğuk savaşın' içerisinden bir hikaye anlatıyor Tenet bize. Nolan zamanlar arası bir soğuk savaşın içine bizi sürüklese de, biz çocuklar için her şeyi yaparken neden çocuklarımız, torunlarımız bizi cezalandırıyor (buna filmde büyükbaba sendromu adı veriliyor) bunu tartışmaya açmıyor. Yine, çocuklarımızla bir anlamda zamanın kontrolü için mücadele verdiğimizi söylüyor ama bu mücadelenin neyi ifade ettiğini açmıyor. Tartışmaya açmadığı bu fikirler üzerine muhteşem bir sinematografi inşa ediyor. Ama işte o sinematografinin altında bu fikir eziliyor.
SEYİRCİYLE PROBLEMLİ İLİŞKİ
Naçizane hem filmin hem de Nolan'ın sinemasının yumuşak karnı da bu işte. Her daim tercihlerinde sinemayı öncelese de, sinemadaki lineer anlatımla mücadele ederken türlü yenilikler getirse de, seyirciye farklı sinematik deneyimler yaşatma konusunda çok iyi olsa da temel olarak seyirciyle olan ilişkisi problemli Nolan'ın. Başlangıç'taki gibi beynimize bir fikir aşılayıp bırakıyor. Ama o fikrin her insanda farklı bir şeye evrilmesine pek tahammülü yok. Takip, Akıl Defteri/Memento, Başlangıç, Yıldızlararası'nda olduğu gibi Tenet'ta da aklımızı karıştırmayı tercih ediyor. Klasik anlatıya karşı yapıbozucu yaklaşımını sürdürüyor. Bu sefer zaman ileriye doğru akar önkabulümüzden yararlanarak şaşırtıyor bizleri. Tıpkı Tanpınar'ın müthiş "Ne içindeyim zamanın/ Ne de büsbütün dışında/Yekpare geniş bir anın parçalanmaz akışında" dizesindeki fikirde olduğu gibi aynı anda, farklı zamanlardan gelen insanların nasıl yaşadığını hatta nasıl mücadele ettiği gösteriyor. Yine muhteşem
bir sinemasal deneyim yaşatıyor. Ama nasıl Başlangıç'ta Mal, kocası Cobb'un muhteşem dünyasında hapsolduysa, Nolan da yine bizi film boyunca kendi sinematografik dünyasında hapsediyor. Filmdeki "Anlamaya çalışma, sadece hisset" diyaloğuyla da durumu özetliyor aslında. Seyirciye böyle yaklaşsa da Tenet'ın sinema açısından yaptığı birkaç önemli hamlesi var. Nolan, Batman serisiyle nasıl süper kahraman anlatısını yeniden biçimlendirdiyse, Tenet'la da uluslararası casus ve macera filmleri janrının kurallarını yeniden yazıyor. Yeşil ekranın kolaycılığına kaçan ve aksiyon sinemasını sadece efekte indirgeyen anlayışa meydan okuyor. Aksiyon sinemasının gerçekle ilişkisini yeniden kuruyor. Ve sinemanın geleceğinin tartışıldığı günlerde sinemada film izleme deneyiminin hâlâ çok önemli olduğunu ziyadesiyle duyumsatıyor. Bu açıdan bakıldığında Tenet'ı değerli kılacak şey de bunlar olacak. Hele hele pandemi sürecinde iyice seyirciyle bağları zayıflayan sinema dünyası için aşı değerinde bir film olursa sinema tarihine başka bir yerden girecek. Lakin Nolan'ın filmografisini düşünecek olursam benim için Yıldızlararası, Başlangıç, Akıl Defteri, Prestij hâlâ yönetmenin en iyi filmleri...
Sinemayı kurtaracak aşı film Tenet mı?
Covid-19 ile neredeyse entübe olan sinema endüstrisinin aşı filmi Tenet mı? Bu soruya ilk elden evet ya da hayır demek pek mümkün değil. Ama pandemi sürecinde iyice gündemimizden çıkan sinemayı Tenet tekrar gündemimize sokacak potansiyele sahip bir film. Seyircinin üzerinde yeni normal kurallarına uygun şekilde sinemaya gitme isteği uyandırdığı da apaçık ortada. Bu isteğin gücü de açıkçası sinema endüstrisinin kaderini belirleyecek. Eğer Tenet'ın cazibesine kapılanlar sinemalara giderse seyirci, pandemi nedeniyle üzerindeki ataleti atabilir. Ki şimdilik önemli olan da bu galiba...
Bir zaman bükücü olarak Nolan
Yönetmen Christopher Nolan Tenet'ta adeta bir zaman bükücü haline geliyor. Filmde zaman meselesine farklı açılardan bakmayı biliyor. Hem zamanın kendisini sorguluyor, hem zamanın kontrolü meselesini gündeme getiriyor. Ama bu onun sineması için yeni bir hamle değil... Lineer anlatıma bayrak açtı Takip: Nolan daha ilk filmi Takip ile sinemadaki alışılageldiğimiz lineer anlatıma bayrak açtığını ortaya koymuştu. Bir yazarın bir hırsızı takip etmesi sonrası yaşadıklarını konu ettiği filmde, kurgusal oyunlar, zaman atlamalı anlatımı sayesinde Nolan seyirlik alışkanlıklarımızı gözden geçirmemizi sağlamıştı. Film zamanı geriye de akabilirmiş Akıl Defteri/Memento: Nolan'ın ilk büyük sürprizi... Kısa anılar oluşturamayan ve öldürülen karısının intikamını almaya çalışan bir adamın yaşadıkları üzerinden Nolan klasik giriş, gelişme ve sonuç anlatısını tersyüz etmişti. Lineer anlatıma esaslı bir meydan okumaydı bu film. Sinemasal zaman geriye doğru giderken de bir film hikayesi anlatılabileceğini gösteriyordu Nolan bize. Hikaye ve biçim dengesi açısından Nolan'ın en iyi filmlerinden biri olarak kaldı aklımızda. Rüya zamanı ve gerçek zaman Başlangıç/Inception: Zaman algımızı ve zamanla ilgili önkabullerimizi, zamanın göreliliği üzerinden tersyüz ediyordu Nolan Başlangıç'ta. Rüya zamanı ile gerçek zaman arasındaki algı farkından yararlanan Nolan, zamanla hatta mekânsal algılarımızla oynayarak ezberlerimizi bozuyordu. Uzay zaman sürekliliği yerle yeksan Yıldızlararası/Interstellar: Genel olarak ilgililerin ve bilim insanlarının bildiği uzay zaman sürekliliği kavramını alıp bir filmin kalbine koymak ve oradan şahane bir baba-kız hikayesi anlatmak kolay iş değil. Nolan Yıldızlararası'nda, Einstein'ın zamanın göreceliği teorisinden hareketle, uzay zaman sürekliliğini,onun oluşturduğu anlatım algımızı ve önkabüllerimizi yerle yeksan ediyordu. Bunları yaparken de hikayenin gücünden taviz vermiyordu. En iyi zaman bükücü olduğu filmlerden biri olarak kaldı Yıldızlararası...