Pandemi sürecinde sinemalar kapatılınca mecburen film eleştirilerine ara vermiştim. 1 Temmuz itibariyle sinemalar açılınca bu konuda heveslenmedim değil. Fakat sınırlı sayıda açılan sinemalardaki vizyon programı o kadar zayıftı ki, elim o filmleri yazmaya gitmedi. Lakin bu hafta vizyona giren yapımlar arasında öyle bir film var ki, yazmazsam haksızlık olacaktı.
Vaclav Marhoul'un yönettiği yazar Jerzy Kosinski'nin kült romanı Boyalı Kuş'un sinema uyarlamasından bahsediyorum. Geçen yıl Venedik Film Festivali'nde gösterildikten sonra dikkatleri üzerine çeken film, merakla beklediğimiz yapımlardan biriydi. Bizde Filmekimi ve İstanbul Modern'deki Oscar'ın Yabancıları Seçkisi'nde gösterilmiş, sonra da vizyon için gün saymaya başlamıştı. Pandemi başlayınca vizyonu ertelendi. Kısmet bu haftayaymış...
Malum, Kosinski'nin romanı epey tartışmalı eserlerden biridir. Otobiyografik özellikler taşıyan roman, 2. Dünya Savaşı'nın insanlar üzerindeki yıkımını Yahudi bir çocuğun gözünden anlatır. Savaşın dehşetinden uzak tutmak için ailesi tarafından bir köye gönderilen çocuk, kendisine bakıcılık yapan kadının ölmesiyle bir başına savaş ortamında dolaşmaya başlar. Sığınacak bir ev arar. Sığındığı evlerde insanın karanlık yüzüyle tanışır. Ve dışarıdan geldiği için hep kötülüğü gittiği yere taşıyan biri olarak görülür. Farklı olduğu için, türü tarafından öldürülmek istenen bir 'Boyalı Kuş'tur o.
HEPİNİZ ORADAYDINIZ
Savaşın insan ruhu üzerindeki yıkımı üzerine çok şey söylenebilir. Bu konuda birçok kitap ve film var elde. Mesela Boyalı Kuş'un hemen akla getirdiği Elem Klimov'un Gel ve Gör filmi bunu en iyi şekilde yapan yapımlardan biridir. Sinema tarihinde savaşın dehşetini en iyi anlatan filmlerdendir. Lakin Gel ve Gör dahil onun gibi yapımlar ve eserler genel olarak suçu faşizme yükler ve faşizmle yüzleştirmek ister insanları. Ama Kosinski, romanında savaşın insanın içindeki kötülüğü ortaya çıkarmasıyla ilgili bir hikaye anlatır bize. Ve sıradan insanın içindeki faşizmle ilgilenir. Savaşın sıradan insanın içindeki faşisti ortaya çıkardığını çarpıcı ve sert bir şekilde anlatır. Biraz da bunun için kitap yayımlandıktan sonra Kosinski tehditler almıştır. 2. Dünya Savaşı sonrası herkes bütün suçu (elbet suçu var) faşist sisteme, bu sistemi inşa eden liderlere ve uygulayanlara atarken Kosinski, bir anlamda "Tek suçlu sistem ve onu uygulayanlar mıydı?" diye sorar ve "Hepiniz oradaydınız" demeye getirir.
Yönetmen Vaclav Marhoul'un uzun yıllar üzerinde çalışıp çekebildiği Boyalı Kuş, Kosinski'nin kitabına halel getirmiyor ve yazarın söylemini mükemmel bir sinematografi ile beyazperdeye taşıyor. Daha filmin açılışında güçlü ile güçsüz arasındaki şiddet ve vahşet ilişkisini çarpıcı bir şekilde gösteriyor. Sıradan insanın, içindeki faşiste kulak verince, kendinden güçsüz birine (çocuk, hayvan fark etmiyor) karşı nasıl acımaz olduğunu anlamamızı sağlıyor. (Haneke'nin Beyaz Bant'ında bu meselenin farklı bir şekilde anlatıldığını da hatırlatalım.) Kahramanımız her gittiği evde, şiddetin, vahşetin türlüsünü görüyor.
BUYURUN YÜZLEŞMEYE
Bu vahşet çok da savaşla ilgili değil açıkçası. Güçlünün güçsüz üzerinde tahakküm kurup her istediğini yapmak istemesiyle ilgili... Savaş ortamı bu tahakkümü kurma konusunda normal şartlarda güçlüyü dizginleyen sistemi yok ettiği için vahşet ve şiddet daha yaygın olarak görülüyor. Ve güçlü büyük bir özenle güçsüzü en başta ötekileştirip ona yönelik şiddeti meşru hale getirdiği için de suçlu olarak görülmüyor.
Boyalı Kuş'un, 1965'te yayımlansa da hâlâ güncel olmasının sebebi bu. Çünkü güçlü-güçsüz ilişkisi, güçsüzün sürekli ötekileştirilip suçlu ilan edilerek şiddetin, vahşetin hedefi haline getirilmesi, kılıf değiştirse de özünde değişmedi. Marhoul'un romanı sinemaya uyarlama konusundaki ısrarı belki de bu yüzden. Filmin sonunda ismini öğrendiğimiz kahramanın yerine mesela bugün Suriyeli bir mülteci çocuğu koyalım ve filmi öyle okuyalım. Yıllar içinde bir şeyin değişmediği görülecektir. Oscar günlerinde yıldızı parlatılan 1917'yi düşünün. Savaşın vahşetini "mükemmel bir sinematografi" ile anlatıyor diye göklere çıkarılmıştı.
Açıkçası Boyalı Kuş kitabıyla, filmiyle ortada duruyor. Buyurun geçmişten, bugüne yüzleşmeye. Sıradan insan içindeki faşisti susturamadıkça 'boyalı kuşlar' hep olacak ve şiddet, vahşet hayatımızdan eksik olmayacak.
Not: İyi bir film olsa da pandemi nedeniyle sinemaya gitme riskine girmek istemeyen sinemaseverlere saygım sonsuz. Lakin Boyalı Kuş'u bir kenara not etmenizi öneririm.
Bunuel ya da Fellini çeksin
Boyalı Kuş'un sinemaya ilk defa uyarlanması önemli. Boyalı Kuş'un yayımlandığı dönem epey tartışılsa da usta yönetmen Luis Bunuel, kitabın değerini anlayanlardan biridir. Bunuel "Hiçbir kitabın üzerimde bu kadar güçlü bir etki bıraktığını düşünmüyorum. Gerçekçilikten daha fazlası. Kabus ve korkular dünyasına bir yolculuk" der kitap için. Romanının sinemaya uyarlanması konusunda hep mesafeli olan yazar Jerzy Kosinski de bu konuda iki yönetmene yeşil ışık yakar. Biri Bunuel, diğeri ise Fellini'dir. Ama iki yönetmen de kitabı sinemaya uyarlamaz. Ve yıllar boyunca sinemaya uyarlanmayan romanlardan biri olarak kalır Boyalı Kuş.