Pandemi nedeniyle ertelenen İstanbul Film Festivali'nin ulusal kısa ve uzun metraj film yarışmalarını düzenleme kararının ne kadar hayırlı olduğu sanırım anlaşıldı. Aylar sonra tekrardan filmler üzerine konuşmak, tartışmak herkese iyi geldi. Yarışmayla ilgili iki hafta önceki yazımda üç filme dikkat çekmiştim. Şair, Ceviz Ağacı ve Körleşme... Üçünün de baş karakterleri yazar ya da şairdi. Yazar ve şair temsillerinin sinemamızda nasıl bir gelişim ve değişim gösterdiği anlamak için bu filmlere dikkat çekmiştim. Malum bizde düşünen, yazan, çizen insandan ziyade, çok konuşan ve her şeyi bildiğini gösterme meraklısı insanlar daha gözdedir. Genel olarak da yazarlarımız ve şairlerimiz de bunun sıkıntısını çeker. Aklımdaki soru şuydu. Bu durum değişti mi acaba? Faysal Soysal'ın yönettiği Ceviz Ağacı'nı düşünecek olursak, yazarların bu konudaki makûs talihinde değişen bir şey yok. Film bizleri, küçük bir kasabada edebiyat öğretmeni olan, ödüllü yazar Hayati'nin (Serdar Orçin) dünyasına götürüyor. Eşiyle boşanma sürecinde olan, hasta annesiyle ilgilenmek zorunda kalan Hayati, bir taraftan da 12 Eylül mağduru olan ölmüş babasıyla içten içe hesaplaşma yaşıyor. Bütün bunlar da, onun hikayelerini iştahla yazmasına engel oluyor. Yani bir nevi yazma krizi içerisinde. Bu süreçte tutunduğu dal, annesinin oturduğu evdeki kurumuş ceviz ağacı. Bu ağacı tekrar hayata döndürmek için çabalıyor. Okuyan ve yazan bir insan olarak toplum içindeki durumu ilgi çekici Hayati'nin. Kitaplara sığınmış bir insan. Yaşadığı o küçük kasabada zaman zaman gittiği kahvenin önemli müdavimlerinden biri. Ve o kahvede sürekli oyun oynayan kimi gençler de aslında ezber bilgilerle içi kof fikirleri tekrarlayan ve yazarlara karşı üstten bakan ya da onları küçümseyen anlayışın temsilcileri. Filmin hikayesinde çok öne çıkmasa da bu gerilimli durum üzerinde durulmayı hak ediyor aslında. Çünkü burada toplumsal bilinçaltımıza işlenmiş olan yazarlara, şairlere ya da düşünen, üreten insana karşı olan önyargılar var. Ahmet Mithad Efendi'den beri, yazarlar ve şairlerin değişmeyen yazgısı bu biraz da. Değerli olana kıymet verme konusunda ketum davranıyoruz. Kimi yazar ve şairler bu durumu yaşarken aşabiliyor. Ama onlar da bu sefer de hak ettikleri değerin gelecek kuşaklara aktarılması noktasındaki direnci aşamıyor. Hal böyle olunca da yazar ve şairler gerçek değerlerini bir türlü toplumda bulamıyor. Neyse bu konu daha su kaldırır... Ama bir sinema filminin yazarların durumu üzerine bizleri düşünmeye teşvik etmesi de az şey değil doğrusu...
Hayaletler Venedik'te...
Pandemi nedeniyle pek çok uluslararası film festivali mecburen erteleme kararı alırken Venedik Film Festivali'nin takvim avantajını kullanıp festivali düzenleme yoluna gitmesi önemli bir karardı. 2 Eylül'de başlayacak festivalde bizden de bir film var. Küçük Kara Balıklar, Sulukule Mon Amour gibi kısa filmleriyle tanınan yönetmen Azra Deniz Okyay'ın yazıp yönettiği ilk uzun metraj filmi Hayaletler Venedik'te Genç Aslan için yarışacak. İstanbul'da elektriklerin kesildiği bir gecede dört karakterin öyküsünün anlatıldığı filmde Nalan Kuruçim, Dilayda Güneş, Beril Kayar ve Emrah Özdemir rol alıyor.
İnsanın Ölçüsü online gösterime açıldı
Pera Müzesi'ndeki Anadolu Ağırlık ve Ölçüleri sergisi, MÖ 2000'den günümüze, yaklaşık 4 bin yıl boyunca Anadolu coğrafyasında kullanılmış, kullanıldıkça dönüşmüş ağırlık ve ölçü aletlerine ev sahipliği yapıyor. Sergiden ilhamla hazırlanan film programında yer alan belgesel ve video işler ise ölçme ve tartma pratiklerimizin köklü geçmişine ışık tutuyor. Bu programda yer alan İnsanın Ölçüsü filmi Covid-19 salgını sonrasında 'normal' algımızın yeniden şekillendiği ve standartlarımızın dışında pratiklere yöneldiğimiz bu günlerde, evrensel standartların ilk formları olan ağırlık ve ölçülerin gelişimini ve değişimini ele alıyor. Film online gösterime açıldı. 24 Ağustos'a kadar Pera Müzesi web sitesi üzerinden izlenebilir.