Yıl 1995… Edirnekapı Erkek Öğrenci yurdunda kalan üç üniversiteli kafadar, İstanbul Film Festivali'ne katılmak için sahte SİYAD kartı yapmışız ve kartı kullanarak filmlere girmek için de ilk hamlemizde, Beyoğlu Sineması'nın kapısında duran Zeliha Hanım tarafından enselenmişiz. Ama yılgınlık yok, illaki film izleyeceğiz. Emek Sineması'nın bulunduğu Yeşilçam Sokak o zamanlar sanki Bağdat Caddesi… Dolanıyoruz sokakta, kedinin ciğere baktığı gibi de sinemaya bakıyoruz. Sinemanın müdürü Hikmet Bey (Dikmen) fark ediyor bizi. Anlatıyoruz başımızdan geçenleri. "Aman çocuklar yapmayın böyle şeyler" dese de film izleme uğruna verdiğimiz mücadele hoşuna gidiyor. "Bekleyin biraz" diyor. Bekliyoruz. Biletli seyirciler salona alındıktan sonra, onunla özdeşleşen ve onlarca insana söylediği o meşhur sözünü söylüyor: "Çaktırmadan üst kata çıkın."
Hikmet Dikmen ile böyle tanışmıştım. Görmüş geçirmiş, babacan, halden anlayan, şövalye ruhlu bir centilmendi o. Emek'in balkonunda çok film izledim sayesinde. Çok yönetmen keşfettim. O üst kata çıkanlardan kimi yönetmen oldu, kimi oyuncu, kimi senarist, kimi benim gibi sinema yazarı, kimi de iyi bir sinemasever…
YÜREĞİ GENİŞ BİR İNSANDI
Hani deseler "Sana sinemayı sevdirenler kimler" diye. Öyle yönetmen, oyuncu adı saymam. Koyarım ilk sıralara Hikmet Dikmen'in adını. Elbette bedava film izlettiği için değil. Sinemanın sadece filmlerden ibaret olmadığını öğrettiği için. Sinema dayanışmaydı, topluca yapılan paylaşımdı; sinema insanlar arasında muhabbetti, parası olan olmayan herkesin katılabileceği. Sinema bireysel değil sosyal bir olguydu… Hikmet Bey de sinemayı seven herkesin sinemanın bu yönleriyle tanışması için kendince böyle bir çözüm bulmuştu işte. Bir güzellik varsa ortada bunu herkes görsün, paylaşsın istiyordu. Öylesine yüreği geniş bir abimizdi.
Çünkü böyle bir kültürün içinden geliyordu o. Askerden geldikten sonra zabıta olma kararından ya da Almanya'ya işçi olarak gitme fikrinden kim caydırdı bilemiyorum ama bu sayede yolu yer gösterici olarak Emek Sineması'na düşüyor. Yıl 1956.
O yıldan Emek Sineması'nın kapandığı 2009'a kadar sinemada çalıştı Hikmet Bey. Gün geldi Melih Cevdet Anday, Ece Ayhan ile aynı masaya oturdu. Edebiyattan, şiirden, hayattan konuştular. Gün geldi Kemal Sunal ve Zeki Ökten ile sinemadan, yoksulluktan konuştular. Emek Sineması'nda filmi gösterilecek yerli ya da yabancı yönetmenler gerginliklerini Hikmet Bey'in, sinemadaki küçük odasında onun ikramlarıyla attılar.
EMEK ONUN EVLADI GİBİYDİ
İdealist bir insandı. 60 darbesi sonrası yer göstericiler işçi olarak kabul edilmeyince örgütledi arkadaşlarını. Gittiler Oleyİş Sendikası'na üye oldular, grev yaptılar. Ankara'dan gelen müfettişler de haklı buldu davalarını ve yer göstericiler olarak işçi statüsü kazandılar.
Pek bilinmez ama yer gösterici olarak başladığı sonra müdürü olduğu Emek Sineması iki kere onun sayesinde kül olmaktan kurtuldu.
2009'da Emek Sineması kapatılınca Çınarcık'a gitti. Pek mutlu değildi. Sonra bir ödül almak için İstanbul'a geldiğinde Atlas Sineması'nda uzun uzun konuştuğumuz zaman "Evladımı kaybetmiş gibi oldum" demişti.
İNSANLARIN HAYATINA DOKUNMUŞUM
O zaman anlattı ben ve benim gibileri neden üst kata gönderdiğini "Evladım, öğrencisiniz, sinemayı sevmişsiniz, film izlemek istiyorsunuz ama biletiniz yok. Kedinin ciğere baktığı gibi bakıyorsunuz öyle... Yüreğim dayanmazdı, hemen balkona gönderirdim. Allah aşkına sinemaya gönül vermeseniz, niye çıkıp gelesiniz, kapının önünde bekleyesiniz kardeşim? Ayrıca festivalde oynayan filmleri siz nereden bulup izleyecektiniz? Meksika'dan, Afrika'dan filmler geliyor. Bu filmler ticari gösterime çıkmıyor ki vizyona girince izleyesiniz. Tabii o öğrencilerden kimi yönetmen olmuş, kimi oyuncu, kimi sinema yazarı; ben kimleri üst kata gönderdiğimi hatırlamıyorum. Ama kendi kendime iyi ki o çocukları sinemaya almışım diyorum" demişti.
Sinemanın, Emek Sineması'nın Don Kişot'u Hikmet Bey artık aramızda yok. Nisan ayını güzelleştiren İstanbul Film Festivali sırasında tanıdığım Hikmet Bey, yine bir nisan günü o güzel atlara binip gitti. Ama bir ömür nasıl yaşanır, bu kubbenin altında nasıl hoş bir sada bırakılır hepimize öğretti.
Her şey için teşekkürler Hikmet Bey diyerek en iyisi son sözü kendisine bırakayım: "Yıllarca gönül verdiğim işi yaptım. İstanbul'a gelince herkes sevgiyle bakıyor bana. Halimi hatırımı soruyor. Çok hoşuma gitti. İnsanların hayatına dokunmuşum. Bu hayatı boşuna yaşamamışız. Bu yeter bana."