Not: Yazı filmin içeriğiyle ilgili bilgi içeriyor.
Hollywood'un süper asker takıntısı nedir diye insan düşünüyor. Malum yıllardan beri filmlerde bu süper askerlerin hikayelerini anlata anlata bitiremediler. Hikaye aslında basit: Teknolojik ve bilimsel gelişmeler ışığında seçilen bir asker birtakım deneyler sayesinde güçlendirilir, mümkünse iradesi ve vicdanı elinden alınır ve ne emredilirse onu yapması için sahaya sürülür. Fakat o asker bir noktada içinde bulunduğu durumu anlar ve bunu kabul etmez. Böylece onu robotlaştıran mekanizma ile mücadele eder. Nedendir bu mekanizma ya ABD ordusunun özel ve gizli bir departmanıdır ya da orduyla iş yapan bir teknoloji şirketidir...
Dave Wilson'ın yönettiği çizgi roman uyarlaması Bloodshot: Durdurulamaz Güç filmi de anlatı olarak bu şablonun dışına çıkmıyor. Asker Ray, özel bir teknoloji şirketinde süper asker olarak yeniden yaratılmıştır. Kurşun yese de hemen kendini onarabilen bir vücuda, dijital dünyayı her şekilde kullanabilen, istediği bilgiye kısa sürede ulaşabilen bir beyne sahiptir. Şirketin kendisini türlü suikastlar için kullandığını çok sonra anladığındaysa mücadelesi başlar...
Vin Diesel'ın başrolde oynadığı film ana hikaye olarak genel şablonun dışına çıkmasa da hakkını verelim ilginç sularda yüzüyor. Mesela askerimiz her şeyi kendi iradesiyle yaptığını düşünürken, aslında tüm beyin fonksiyonları şirket tarafından yönetiliyor, anıları dahil her şey bir bilgisayarda tasarlanıyor. Bu noktada Christopher Nolan'ın Başlangıç filmini hatırlatmaya başlıyor.
Ama Dave Wilson bir Nolan değil tabii. Wilson'ın ilk uzun metraj filminde önceliği askiyon olunca beynin şirketler tarafından tasarlanması gibi ilginç bir meseleyi filmde yan unsur olarak kullanıyor. Böylece ortaya Vin Diesel'ın performansına, daha doğrusu sinemadaki personasına bel bağlayan kendi potansiyelini keşfedememiş vasat süper asker filmi ortaya çıkıyor. Tıpkı geçen yılın fiyaskosu İkizler Projesi gibi...
Peki vasat olsa da hikayeler hep benzer olsa da Hollywood neden süper asker filmlerinden vazgeçmiyor? Filmlerden ziyade artık bununla ilgili kafa yormak daha doğru geliyor bana. Sanki ABD dünya üzerindeki hegemonyasını kurarken kullandığı, eskiden çok altı çizilmeyen askeri gücünün etkisinin artık bilinmesini istiyor. Bunun için de bu tür filmleri karşımıza getirmeye devam ediyor. Ha nitelik mi? O hiç dert değil. Sadece elindeki teknoloji bilinsin yeter onlar için. Ama kavrayamadıkları bunun artık kabak gibi görünüyor olduğu.
BUNLAR DA VAR
İLK AŞK: Usta yönetmen Takashi Miike'nin yönettiği İlk Aşk/ First Love, Tokyo sokaklarında bir gecede geçen bir hikayeyi anlatıyor. Hikayenin kahramanları ise beyin tümörü olduğunu öğrenen bir boksör ve onun âşık olduğu bir hayat kadını. İkilinin peşlerindeki kötü adamlar, onlara dünyayı zindan etmeye kararlıdır.
MÜRİT: Severin Fiala ile Veronika Franz'ın yönettiği Mürit/The Lodge, nişanlısının çocuklarıyla tatile giden bir kadının yaşadıklarını anlatıyor. Üçlünün gittikleri uzak bir kasabada tuhaf olaylar yaşanmaya başlar.
GÖLGELERİN AŞKI: Hayatını mahvettiği bir dövüşçünün tekrar şampiyon olması için mücadele veren Holly'nin hikayesinin anlatıldığı Gölgelerin Aşkı/Above the Shadows yönetmen Claudia Myers'ın imzasını taşıyor. Biraz romantizm, biraz fantazya biraz da dram... Türler arası bir harman...