Bir varmış bir yokmuş. Bundan tam 6 milyon yıl önce çok uzak bir galakside yaşayan kahramanımız kendine evrendeki gerçeklik hakkında sorular sormaya başlamış. Ve her soru onu ve bilincini değiştirmeye başlamış...
Odasında yaptığı ve You- Tube'ta yayınladığı akapella cover'larla tanınan Ekin Beril, ilk albümü Dualite'de kahramanımız üzerinden zihinsel bir yolculuğa çıkıyor ve eğlenceli şarkılarıyla dinleyicilerini de bu yolculuğa ortak ediyor.
Farklı bir müzisyen Ekin Beril. Kimseye benzemiyor. Sohbet ettiğinizde yapabileceklerinin sınırı yokmuş gibi hissediyorsunuz. Şarkıları da öyle. Bir türle sınırlandıramıyorsunuz. Her birinden farklı bir tat alıyorsunuz.
Yeni albümüyle müzik piyasasına heyecan getiren Ekin Beril'le bir araya geldik.
- Her şey YouTube'a yüklediğiniz videolarla başladı. Hayaliniz müzik yapmak mıydı?
- Üniversitede hukuk okurken evde eğlenmek için videolar çekmeye başladım. Akapella cover'lar yapıyordum. Enstrümanım olmadığı için de evdeki yastık, çatal, bıçak, sakız kutu gibi şeyleri kullanıyordum. Açıkcası videoların bu kadar sevileceğini tahmin etmiyordum. Aslında ben müzik yapmayı da düşünmüyordum. Avukat olacaktım.
- Hukuk okumaktan vazgeçme kararını vermek zor olmadı mı?
- Herkese faydamın dokunacağı bir meslek sahibi olmak hayalimdi. Ama sisteme dahil olmak değil de sistemi değiştiren kişi olmak istediğimi gördüm. Müzik büyü gibi bir şey. Bazen söylediğin sözler karşındaki genci öyle bir etkiliyor ki bakış açıları değişiyor. İlham verebiliyorsun. Hukuğa devam etseydim belki daha adaletli bir dünya için çalışacaktım ama şimdi o adaletli dünyayı oluşturacak insanları etkileme şansım var gibi hissediyorum.
- Bu arada sakız kutularından gerçek müzik ekipmanlarına geçiş nasıl gerçekleşti?
- Ortak tanıdıklarımız sayesinde Caner'le (Anar) tanıştım. Prodüktör olduğu için o da beni elektronik müzik dünyasıyla tanıştırdı. Sonra bir marka bana sponsor olup bir sürü ekipman verdi. YouTube'taki öğretici videoları seyrederek aletleri kullanmayı kısa sürede öğrendim. Caner'in müzik bilgisiyle de birleşince Ben Nasıl Büyük Adam Olucam, Bırak Kadın Olayım gibi cover'lar ortaya çıktı.
- Sonra Budapeşte'de geçen iki yıl var değil mi?
- Evet, Caner'le Budapeşte'ye taşınmaya karar verdik. Avrupa'da yaşamak, oradaki müzisyenlerle tanışmak istedik. Bir yapım şirketi kurup Zaman EP'mi de orada çıkardık. Avrupa'da müzik yaparak hayatımı rahatlıkla sürdürebilirdim. Ama dönmek istedim.
- İlk albümünüz Dualite kısa bir süre önce yayınlandı. Çalışmalar ne kadar sürdü?
- Bütün albümü Caner'le birlikte yaptık. Bir buçuk yıl sürdü. Özellikle son altı ay, günde 16 saat çalıştım. Bir yandan da içinde çizimlerimin olduğu albümle ilgili küçük bir kitapçık hazırladım. Albümün mix'i Berlin'de, mastering'i ise Oslo'da yapıldı.
-16 saat stüdyoda olduğunuzu söylüyorsunuz. Oysa ki müzisyenler sokaktan beslenir, denir. Peki sizi neler besliyor?
- Aslında kafamın içinden besleniyorum. Bu süreçte, son yıllarda kendi kendime sorduğum, üzerinde düşündüğüm konuları albüme yansıttım. Bütün albüm kafamın içindekilerden oluşuyor.
- Uzayın Dibi albümün çıkış parçası O zaman hemen sorayım. Uzayla derdiniz nedir?
- Neticede biz uzayda yer alan bir gezegende yaşayan canlılarız. Ve çoğu zaman günlük hayatımıza o kadar dalıyoruz ki bunu unutuyoruz, kafamızı kaldırıp yıldızlara bile bakmıyoruz. Bu yüzden uzayda olduğumuzu insanlara anımsatmak istedim. Ayrıca dünya uzay çağında, biz de olalım!
- Albümün adı Dualite neyi temsil ediyor?
- Dualite ikilik demek. Gerçekliği ikilik üzerinden algıladığımızdan bahsediyorum. Karanlığı görmeden ışığı fark edemememiz gibi... Bu yüzden gördüğümüz her şeyi de iki uçtan birine kodluyoruz. Bu çok da göreceli bir durum. Sizin kötülük algınızla benimki farklı olabilir...
BÖCEK FOBİM VAR
- Şarkılarınızdan biri Petrichor. Nedir hikayesi?
- Petrichor, İngilizce yağmurdan sonra gelen toprak kokusu demek. Albümün çıkış parçası Uzayın Dibi'nin klip yönetmeni Utku Kemal Durmaçalış, bana bir senaryosunu okuttu. Okuduğumda o kadar etkilendim ki ağlaya ağlaya bir şarkı yaptım. İlk defa böyle bir şey yaşadım. Bazen en dibe düştüğün anda içinde daha dibe düşemeyecek olmanın verdiği bir huzur oluyor ya işte bu onun şarkısı. Yağmur yağıyor ıslanıyorsun ama o toprak kokusuyla birlikte huzur buluyorsun. Dinleyenler de bunu hissetsin istedim.
- Doğayla aranız nasıl?
- Çok severdim ama sonra böcek fobisi gelişti bende. O yüzden doğadan vazgeçtim uzaya gidiyorum artık. (Gülüyor) Bu arada belgesellerde çiçeklerin açılışı ve kapanışı hızlı bir şekilde gösterilir ya ondan da rahatsız oluyorum.
- Bir diğer şarkınızın adı da Ercüment. Ercüment kim?
- Ercüment, aslında Caner. Şarkının nakaratını iki yıl önce yazdım. Sonradan anlamının onurlu, haysiyetli, değerli kişi olduğunu öğredim. "Tamam" dedim, "albüme bu şarkı da giriyor." Şarkıda da onurlu, haysiyetli olmanın insanı bulut gibi hafif hissettirmesini anlatıyor. İnsan olmanın bu değerlerle özel bir bağı mı var? Neden bizi mutlu hissettiriyor?..
- Caner'le özel hayatınızda da birlikte misiniz?
- Aynı evde yaşıyoruz. Sevgili değil, arkadaşız. Aslında bir ara sevgiliydik ama ayrıldık. Hâlâ birbirimizi çok seviyoruz. O kadar süre birlikte olunca bazı şeyler o kadar karışıyor ki isimlendiremiyorsun. Biz de arkadaş kalmaya karar verdik.
- Aynı evde yaşamaya devam etmek zor olmuyor mu?
- Zor olduğunu söyleyebilirim. Dışarıdan bakınca daha da zor göründüğünü tahmin ediyorum. Ama Caner müthiş bir insan. Anlaşamama şansınız yok. Birbirimize de çok değer veriyoruz. İlişkinin isminin çok önemi kalmadı.
MUTLULUĞUN ÇOK ÖNEMSENDİĞİNİ DÜŞÜNÜYORUM
- Fotoğraf çekimi sırasında Are You Happy? (Mutlu musun?) yazan bir fonun önünde de poz verdiniz. Bu soruya yanıtınız nedir?
- Mutsuzum diyemem. Ama mutluluğun çok önemsendiğini düşünüyorum. Çünkü mutlu olduğumuz anlarda bir anlamda orada yokuz gibi bir durum var. Zaman o kadar hızlı akıyor ki... Halbuki acı çektiğinde saniye saniye oradasın. Baktığın açıya göre acı çektiğin bir durum bile kötü görünmeyebilir. Her travma üzerinden zaman geçtikten sonra renk perdesindeki yerini alıyor. Başta siyah gibi görünen şeyler bile bir renge dönüşebiliyor.
- Sizin de hayatınızda var mı böyle travmalar?
- Tabii ki var. Gerçeklik benim için kırıldı. Çocukluğumdan beri öğrendiklerimle yetişkin olduktan sonra karşılaştığım hayat o kadar farklıydı ki. Bildiğim hiçbir şeyin doğru olmadığını anladım. Kırılma noktam o oldu.
- Aileniz sizi nasıl yetiştirdi?
- Çok bağımsız bir çocuktum. Zaten annem de babam da çalışıyordu. Her şeyi kendi kendime yapardım. Gider izciliğe kaydolur, onlara da "Ben kampa gidiyorum" diye haber verirdim. Bana hiç baskı yapmadılar. Çocukluğumdan beri bana bir birey olduğumu hissettirdiler, fikrimi hep sordular.
- Bahsettiğiniz kırılma noktasını nasıl aştınız?
- O süreçte bu albüm ortaya çıktı. Albümü yaparken insanlara 'iki yerden birinde olmak zorunda değiliz'i göstermek istedim. Özellikle Türkiye'de taraf seçmek zorundasınız gibi bir durum var. Bunu beğeniyorsan şöylesin, bunu kabul ediyorsan şunu kabul etmemen gerekir gibi... Bu ayrımı da kırmak istedim. Onu da sevebilirim, bunu da. Bir kişinin bir sözünü desteklerken diğer sözünü desteklemeyebilirim...
- Hayatla ilgili kendinize sorduğunuz sorulara yanıt bulabildiniz mi?
- Hepsine değil. Zaten sadece ben değil, milattan önce Platon da sormuş bu soruları. İçimde cevap bulduğuna inandığım şeyler var ama. Çünkü beni çok değiştirdiler. Ama bulduğum yanıtları söyleyemem. İfade etmek zor.