İki yıl önce sinemalarda Jack London'ın Beyaz Diş romanının uyarlamasını izlemiştik. O zamanki eleştiri yazımda London'ın Beyaz Diş ile birlikte Vahşetin Çağrısı kitaplarının insanın doğa ve hayvanlar üzerinde kurmaya çalıştığı tahakkümü anlatırken içimizdeki vahşiliğin koridorlarında dolaştığını; güç, iktidar, hırs ve açgözlülüğün yarattığı tahribatla bizi yüzleştirdiğini yazmıştım.
Chris Sanders'in yönettiği Vahşetin Çağrısı'nı izlerken insanın tahrip gücünün ne kadar da güçlü olduğunu bir kez daha fark ettim. Özellikle gözünü hırs bürümüş, açgözlü insanlar iyi olan ne varsa alt üst edebiliyor.
Mesela Vahşetin Çağrısı'ndaki köpek Buck'ın güzel giden hayatını mahveden, onun çileli bir macera yaşamasına neden olan, gözünü para bürümüş bir insan. Üç beş dolar kazanma uğruna köpeği kaçırıp satıyor. Yine Buck'un çileli macerasında ona kötü davranan kim varsa, eşeliyorsunuz onun karakterini altından açgözlülük ve hırs çıkıyor.
Jack London'ın romanı; Buck'ın üzerinden evcil bir köpeğin kendi doğasını keşfetmesini olarak okunabilir, ki genel olarak da böyle okunma eğiliminde insanlar. Ama naçizane kitabın insanın kendi doğasına ihanetini anlattığını düşünürüm hep. Tam da bu noktada küçük oğlunu bir hastalıktan yitirdikten sonra kendini yollara vuran, bu acıyla yüzleşmeye çalışan John'un (Harrison Ford) macerası, insanın kendi doğasıyla barışmasının hikayesi değil midir?
Filmin yönetmeni Sanders de bu klasik eseri uyarlarken bunun altını çiziyor. Yaklaşık bir asır önce yazılmış romanın hâlâ etkili olmasının, hâlâ film uyarlamasının yapılmasının sebebi de bu biraz. Kendi doğamızla barışma vakti geldi de geçiyor. Sanders de filminde buna özellikle işaret ediyor. John'un günün sonunda, bulduğu altınları ihtiyacı kadarını aldıktan sonra doğaya bırakması bu barışmanın en anlamlı hali...
Sanders'ın bu hamleleri dışında filme en önemli katkısı görsel açıdan. Romandaki pastoral yapıyı etkili bir şekilde ortaya koyacak sinematografik tercihlerde bulunuyor. Bu tercihleri sayesinde film görsel yönden lezzetli bir hal alıyor. Ki dijital ortamda yaratılsa da Buck'ın sahiciliği, Harrison Ford'un sade ama etkileyici performansı filmin seyirlik keyfini artırıyor.
Son bir not da kitabın ve filmin Türkçe ismiyle ilgili. Vakti zamanında Vahşetin Çağrısı olarak Türkçeleştirilen ve hep bu adla anılan kitabı okuyanlar bilir, çeviri yanlış yapılmıştır. Belki kimi ticari kaygılarla yapılan bu yanlıştan Turkuvaz Kitap dönülmesi gerektiğini düşünüp kitabı Yabanın Çağrısı olarak basmıştı. Keşke filme Türkçe isim verenler de bu itiraza destek verselerdi. Çünkü bir yanlışı sürekli tekrarladığınız zaman yanlış doğruya dönüşmüyor. Yanlış olarak kalıyor. Açıkçası yanlışta ısrarcı olmanın bir yararını kim görmüş?
Esnafın büyük sınavı
Bir zamanlar Üç Adam olarak tanıdığımız Eser Yenenler, Oğuzhan Koç ve İbrahim Büyükak, MFÖ gibi olamadılar ve hepsi kendi yolunu çizdi. İbrahim Büyükak ise yolunu sinemaya düşürdü. Küçük Esnaf, Yol Arkadaşım ve Yol Arkadaşım 2 filmlerinin senaristi ve oyuncusu olan Büyükak, bu sefer yine senaryosunu yazıp başrolünü Doğu Demirkol, Onur Buldu, Büşra Pekin ile paylaştığı Bayi Toplantısı ile karşımızda.
Filmde Erzurum, Konya ve Gaziantep'ten bir bayi toplantısı için İstanbul'a gelen üç beyaz eşya esnafının hikayesi anlatılıyor. Otel ortamında bir soygunu önledikten sonra mecburen suç dünyasının içine girmek zorunda kalıyorlar.
Büyükak, Anadolu'nun çeşitli illerinde yeni yeni orta sınıfa dahil olmuş üç esnafı İstanbul karmaşasının içine bırakıyor aslında. Filmin mizahını da buradan üretiyor. Sinemamızda genelde alt sınıf ve üst sınıf çatışmasından doğan bir mizah yaygındır. Ama Büyükak kültürel çatışmayı farklı bir denklem üzerine kuruyor. Film de bir anlamda şehir kültürünü içselleştirememiş Anadolu orta sınıfının İstanbul'daki kültürel karmaşa karşısındaki sınavına dönüşüyor. Bu sınavdan esnaflarımız, kendi gerçekliklerinin farkına vararak çıkabiliyor.
Eğlenceli, nitelikli bir komedinin peşine düşen ve şakalarıyla yeni nesli yakalamaya çalışan bir suç komedisi Bayi Toplantısı.
SİNE-TORTU
Parazit'in önlenemez yükselişi
Usta yönetmen Bong Joon Ho'nun yönettiği Parazit, 1 Kasım'da gösterime girmişti. Yılın önemli filmlerinden biri olduğu biliniyordu. Cannes'da Altın Palmiye almıştı ve eleştirmenler tarafından övgüye boğuluyordu. Oscar adaylığı açıklanınca film daha da gözde bir yapım haline geldi. Ama tüm bunlara rağmen Oscar ödüllerinin dağıtıldığı 7 Şubat'a kadar Türkiye'de 117 bin kişi (boxofficeturkiye. com rakamlarına göre) tarafından izlendi. En İyi Film Oscar'ı alması sonrasında vizyondaki kopya sayısı artırılan filme ilgi muazzam. Filmin şu ana kadarki toplam seyirci sayısı 225 bin.