Nürnberg'teki savaş müzesinde, Nazi Almanyası dönemindeki çocukların Adolf Hitler'e olan aşırı hayranlıklarını gösteren devasa bir fotoğraf yer alır. Nazi Almanyası ve Hitler'in hikayesinin sonunu bilenler için o fotoğrafa yansıyan hayranlık dehşet vericidir. İnsan ister istemez bir katile, o çocuklar nasıl hayranlık duyabildi diye sorarken bulur kendini. İşte yönetmen Taika Waititi'nin yazar Christine Leunens'in Caging Skies kitabından uyarladığı Tavşan Jojo filmindeki 10 yaşındaki Jojo (Roman Griffin Davis), o çocuklardan biri. Hitler'e öyle hayran ki, onu hayali arkadaşı olarak görüyor ve sürekli onunla yaşıyor. Babası İtalya'da savaşan, annesiyle (Scarlett Johansson) birlikte yaşayan Jojo, ırkçılığın o kadar etkisi altındadır ki dedesinin sarışın olmadığını idrak ettiği an bunalıma bile girmiştir. Fakat bir gün, ablasının Yahudi bir arkadaşını, annesinin evlerinde sakladığını keşfeder. Hemen ihbar etmek ister. Fakat kız, ihbar edilirse bundan annesinin de zarar göreceğini söyler. Böylece Jojo nefret ettiği Yahudi ırkından bir kızla zorunlu bir şekilde iletişime geçmek zorunda kalır. Ve kızla olan ilişkisi sonrasında gerçekleri görmeye başlar. Dedesi de vakti zamanında Nazilere karşı savaşan yönetmen Taika Waititi, Nazi olan bir çocuğun gittikçe normalleşmesi sürecini mizahi bir dille anlatarak hamasi bir milliyetçiliğin ve ırkçılığın nasıl zehirli olduğunu gösteriyor bize. O zehrin devlet eliyle beyinlere zerk edildiğini, kafalarda oluşturulan düşman algısının nelere yol açtığını Jojo ve arkadaşı Hitler'in ilişkisi üzerinden görüyoruz. Anlatı olarak biraz Roberto Benigni'nin Hayat Güzeldir filmini hatırlatan film, ırkçı bir çocuğun geçirdiği değişimi göstermesi açısından da Shane Meadwos'un This is England (2006) ile akraba sayılabilir. Günün sonunda This is England'daki çocuk İngiliz bayrağını fırlatarak içine işleyen ırkçılıktan kurtulurken Jojo da Nazi armasını Hitler'in yüzüne fırlatarak, fanatizm ve şovenizmden kurtuluyor. Marriage Story ile En İyi Kadın Oyuncu dalında Oscar adaylığı alan Scarlett Johansson, malum bu filmdeki performansıyla da En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu dalında Oscar'a aday. Alır mı bilemeyiz ama bence bu filmin yıldızı Roman Griffin Davis. Ki gönlümüzün Oscar'ını çoktan almış durumda. Jojo'nun ırkçılıktan, rahmetli Prof. Dr. Ünsal Oskay'ın tabiriyle 'yıkanmak istemeyen bir çocuk'a dönüşmesini çok iyi bir performansla ortaya koyuyor. Altı dalda Oscar'a aday olan film, yılın öne çıkan yapımları olduğu gibi kendi janrında adı sıklıkla anılacak yapımlardan biri olacak gibi görünüyor. Fırsatınız varsa kaçırmayın derim.
ANKARA'DA âŞIK OLMAK ZOR İKİ GÖZÜM
AŞK TESADÜFLERİ SEVER 2
***
Yönetmen Ömer Faruk Sorak'ın gerçek bir hikayeden esinlenerek 2011'de çektiği Aşk Tesadüfleri Sever, kendi efsanesini yaratan filmlerden biri oldu. Çok sevildi ve zamanın üzerine çıkmayı başardı. Dokuz yıl sonra Sorak, İpek Sorak ile birlikte şimdi ikinci bir tesadüf hikayesiyle karşımızda. Ve yine hayata referans vererek, gerçek bir aşk öyküsünden yola çıkarak etkileyici bir hikaye anlatıyor. Aşk Tesadüfleri Sever 2'nin odağında 1960'larda İstanbul'da ve 2011'de Ankara'da yaşanan iki aşk hikayesi var. Sorak çifti iki hikayeyi iç içe geçen bir kurguyla anlatıyor. İlk hikaye kavuşamayan aşklara örnek. Âşıkların kavuşamama sebebi ise Türkiye'nin yakın tarihiyle ilgili. İkinci hikaye ise günümüz ilişkilerine örnek... İlk hikayede duygusal olarak aşkın derinliği, ömürlük oluşu öne çıkarken ikinci hikayede günümüze uygun olarak aşkın ilişki boyutuna ve romantizme odaklanılıyor. Ve birbiriyle ilişkili bu iki aşk hikayesinden geçmişten günümüze insanların aşka olan bakışı romantik bir şekilde ele alınıyor. Senaryosu, oyunculukları (Uğur Polat'ı beyazperdede görmeyi özlemişiz), anlatımı ve yönetmenliği düşünüldüğünde Aşk Tesadüfleri Sever 2, ilkinden daha iyi bir film. Daha etkili ve daha derinlikli. Ve naçizane film, ülke tarihinde yaşanan olayların (filmde Kıbrıs sorunu, 1964 Tehciri anlatılıyor) sadece o dönemi yaşayan insanların hayatını değil aynı zamanda sonraki kuşakları da etkilediğine dair çarpıcı bir kesit sunuyor.
BUNLAR DA VAR
BİR BAŞKA OLUR ELTİ REKABETİ: Gubse Özay'ın senaryosunu yazdığı ve başrolü de Merve Dizdar ile paylaştığı Eltilerin Savaşı, Türk toplumunda gelin-kaynana çekişmesinin gölgesinde kalsa da her daim yaşanan elti çekişmesini konu alıyor. Özay ve Dizdar'a Ferit Aktuğ ile Uraz Kaygılaroğlu'nun eşlik ettiği filmi Onur Bilgetay yönetiyor. GÜNÜMÜZÜN SEFİLLER'İ: Gecen yıl Cannes Film Festivali'nde Jüri Ödülü kazanan ve Yabancı Dilde En İyi Film Oscar'ına aday olan Sefiller'de yönetmen Ladj Ly, Victor Hugo'nun ölümsüz eseri Sefiller için seçtiği Paris banliyösüne gidip, o dönemden bugüne geçen 150 yılda gençlerin öfkesinde hiçbir değişiklik olmadığını gösteriyor. BAL GİBİ MÜCADELE HİKAYESİ: Hatice Muratova'nın yönettiği ve çekimleri üç yıl süren Bal Ülkesi/Honeyland belgeseli bu yıl hem En İyi Belgesel hem de Yabancı Dilde En İyi Film dallarında Oscar'a aday olan özel bir film. Balkanlar'da arıcılık yapan, annesiyle birlikte yaşayan bir kadının yaşadıklarını anlatan belgesel insan-doğa ilişkisi üzerine ufuk açan bir yapım olarak görülüyor.