İngiliz yazar Hugh Lofting'in çocuk romanı Doktor Dolittle'ın Hikayesi'nin yayımlanmasının üzerinde tam bir asır geçti. Ve hayvanlarla konuşabilen bu doktor, hem kitap hem de kitaptan uyarlanan filmler sayesinde hâlâ popülerliğini koruyor. Bunun da sebebi zamanın yazar Lofting'i haklı çıkarması. Yazar, doktor kahramanı üzerinden, tam 100 yıl önce çocuklara, hayvanlarla da dostluk ilişkisi kurulabileceği fikrini aşılama çabasındaydı. Ve yazarın o yıllarda biraz garipsenen bu düşüncesi zaman içerisinde kabul görmüş durumda. Ki insanlar artık onların hakları için mücadele ediyor.
Sinema seyircisinin aşina olduğu kahramanımızın 1967'de Doktor Dolittle filmiyle başlayan beyazperde macerası, hatırlanırsa daha sonra üç filmlik Dr. Dolittle (1998, 2001 ve 2008) serisiyle devam etmişti. Doktor Dolittle şimdi Stephen Gaghan'ın yönettiği Dolittle filmiyle yeni bir maceranın içinde.
Syriana, Altın filmleriyle tanınan (Trafik'in de senaristi aynı zamanda) Gaghan filmde tıpkı yazar Lofting gibi çocuklara ya da içindeki çocuğun sesini bastırmayanlara sesleniyor. Bir çocuk masalı tadında başlayan filmde, sevdiği kadını kaybettiği için malikanesinde inzivaya çekilen doktorun yeniden hayata dönmesini izliyoruz. Dr. Dolittle, biraz da zorunluluktan İngiliz Kraliçe'sinin hayatı için bir maceraya atılıyor. Çünkü kraliçe birileri tarafından zehirlenmiştir ve iyileşebilmesi için bilinmeyen bir adadan çok özel bir meyvenin getirilmesi gerekmektedir. Bizimki de bir grup hayvan arkadaşı ve onun çırağı olmak isteyen bir çocukla o meyvenin peşine düşüyor. Tabii yolda onu engellemek isteyenler çıkıyor ve hayvan dostları sayesinde bütün aksiliklerin üstesinden geliyor.
Doktor Dolittle'ı canlandıran Robert Downey Jr.'ın (filmin yapımcıları arasında), Chaplin filmindeki dışa dönük ve sevimli oyunculuğunu anımsatan performansıyla akıp giden film, romandan gelen naifliği korumayı başardığı gibi, dört dörtlük eğlence de vaat ediyor. Yönetmen Gaghan, masal atmosferi içerisinde renkli, macerası da mizahı da yerinde bir film ortaya koyuyor. Ve 100 yıl sonrasından yazar Hugh Lofting'e esaslı bir selam çakıyor.
***
Memleketten 'kara komik' insan manzaraları
Cem Yılmaz ister hüzünlü, ister maceralı komik filmler çeksin, ondan hep gişesi yüksek, iddialı filmler bekleniyor. Bu beklentinin biraz da onun bize anlatmak istediği daha naif hikayelere engel olduğunu düşünmüşümdür çoğu zaman. Karakomik Filmler serisiyle Yılmaz, işte kendi adına bu engeli aşıp bu tür hikayeleri anlatma peşinde... Dört orta metraj filmi bir arada düşününce bütün karakterler Türkiye'nin bağrından kopmuş insanlar. İddialı olmasalar bile hepsinin tuhaf saplantıları, tutkuları var. Yılmaz, hayatın içerisinden çekip çıkardığı bu insanları her macerada adeta bir sınava tabii tutuyor. Hatırlanırsa 2 Arada'nın saf ve masum Ayzek'i vicdanla, Kaçamak'ın erkekleri ise ergen erkek kültürü ve farklı olana karşı olan önyargılarla sınanıyordu.
Karakomik Filmler 2'de ise taksici Güven (Deli) ile şöhret olmak isteyen Birol (Emanet) var karşımızda. Deli'de Güven'in karıştığı bir cinayet sonrasında yaşadıklarını izliyoruz. Derdini bir türlü anlatamıyor ve akıl hastanesinden 'deli' raporu alınca işlerin düzeleceğini umuyor. Ama son tahlilde 'delilerle' sınava tabii tutuluyor. Kim akıllı kim deli dedirten, trajikomik bir hikayenin kahramanı oluyor.
Emanet ise TV dünyasının yarattığı şöhret algısıyla ilgili bir hikaye. Gündüz kuşağı programlarının birinde talibini arayan bir kadına aşık olan eski dansçı Birol'un o kadına ulaşmak isterken yaşadıkları anlatılıyor. Ona ulaşmak isterken kendini bir yarışmanın içinde buluyor. Bir Zeki Demirkubuz filmi gibi başlayan ve finaliyle de Yeşim Ustaoğlu'nun Araf'ıyla akraba olan Emanet, Cem Yılmaz'ın içindeki 'bağımsız ruh'un en iyi şekilde dışa vurmuş hali olduğu gibi, gayet başarılı bir gösteri toplumu eleştirisi... Naçizane bence serinin de en iyisi...