KOLEJ HAVASI Hatırlarsanız geçen yıl Gökçe Kaan Demirkıran'ın çektiği, Beşiktaş'ın emektar malzemecisi Süreyya Soner'in hikayesini anlattığı Güzel Adam Süreyya'yı izlemiştik. Bir yıl geçti yine bir Beşiktaş belgeseli Kolej Havası ile karşı karşıyayız. Futbolu çok seven ama üzerine yazılan kitapları okuma ya da çekilen belgesel/ kurmaca filmleri izleme konusunda 'mesafeli' duran bir millet olarak bu tür çabaların ne kadar kıymetli olduğunu takdir edersiniz... Ki bu çabaların özünde de genel olarak yaratıcılarının futbol sevgisi yatıyor... Blue belgeseliyle tanınan Sertan Ünver'in yönettiği belgesel temel olarak 80'li ve 90'lı yıllardaki, hani o 'Metin-Ali-Feyyaz'lı Beşiktaş'ın hikayesini anlatıyor. Fakat karşımızda geçmişe nostaljiyle bakan, ne güzeldi o günler tadında bir belgesel yok.
AH ŞU ARŞİVSİZLİK
Kolej Havası, Beşiktaş özelinde Türk futbolunun bir zamanlar kendi özkaynaklarıyla kendi kabuğunu kırma çabasının coşkulu ve hüzünlü hikayesi aslında... Serpil Hamdi Tüzün'ün 'özkaynak düzeni' adını verdiği Beşiktaş'ta kurduğu altyapının ve Süleyman Seba zamanında iyice belirginleşen ahlaki değerlerin, futbolcuları nasıl şekillendirdiği ve her anlamda iyi birer sporcuya dönüştürdüğünün, bu dönüşümün de nasıl başarıyı getirdiğinin hikayesi belgesel... Bu hikayeyi yaşayan Metin Tekin, Feyyaz Uçar, Rıza Çalımbay, Gökhan Keskin, Mehmet Özdilek'in de aralarında bulunduğu oyuncuların ve o döneme tanıklık etmiş insanların anlatımıyla yol alan belgesel, taraftar, takım ve kulüp üçgeninin 'değerler' ortak paydasında nasıl buluştuğunu ince ince ele alıyor. Bu anlamda Kolej Havası şimdilerde ancak özlemi çekilen ve ideal gibi anlatılan, iyi futbolun, erdemli sporcunun, değerlerine bağlı, tutkulu taraftarların Türk futbolunda bir zamanlar kök saldığını ve yeşerip meyve verdiğini gösteriyor. Fakat orada da bırakmıyor. Malum futbolumuz da fena halde bize benziyor. Beşiktaş kabuğunu kırmasına kırıyor, bunu nasıl yaptığını izliyoruz ama bir nokta sonra 'vazonun nasıl çatladığını' da anlatıyor belgesel. İşte o noktalarda özellikle Feyyaz Uçar ve Metin Tekin'in yaklaşımlarının önemli olduğunu vurgulamak gerekiyor. Ki belgeseldeki hüzün de bu noktalarda ortaya çıkıyor. Ve bu noktalarda anlıyoruz ki anlatılan Beşiktaş'ın öyküsü olsa da aslında bu toprakların hikayesini izliyoruz... Ama bu belgesel vesilesiyle her alanda olduğu gibi sporda da bir görsel arşiv oluşturma geleneğimizin olmadığı gerçeği bir kez daha yüzümüze çarpıyor. TRT'den alınma görüntüler, kişisel fotoğraflar ve gazete küpürleri dışında elde pek malzeme yok. Ki yönetmen bu malzemeleri en iyi şekilde kullanmayı başarıyor ama sonuç olarak çok değil yaklaşık 40 yıl öncesine ait elimizde doğru düzgün malzememiz yok. Biraz da burada gizli bir gelenek oluşturamamamızın, yaşanılan hikayeleri gelecek kuşaklara layıkıyla aktaramamızın sırrı... Bu tür kişisel çabalarla da ancak bir yere kadar iş yapılabiliyor. Umarız bu film vesilesiyle bu gerçek de bir kez daha anlaşılır.
AVA GİDERKEN AVLANAN GENÇLER
DÜZENBAZLAR KULÜBÜ/BILLIONAIRE BOYS CLUB
2005'teki gerçek bir hikayeye dayanan biz de birkaç ay önce Amerikan Soygunu adıyla gösterilen film, iyi eğitim almış gençlerin nasıl birer hırsıza dönüştüklerini anlatıyordu. Gençler bu yola 'sıradan olmamamak, iz bırakmak, özel olmak' için sapmıştı. James Cox'un yönettiği Düzenbazlar Kulübü de 1980'lerdeki Harvard mezunu bir grup gencin para ama çok çok para kazanmak uğruna girdikleri girdabı anlatıyor. Üretmeden para kazanmanın revaçta olduğu dönemde gençler sürekli gösterişli hayatlarıyla, parlak gibi duran fikirleriyle insanların gözünü boyuyor ve onlardan aldıkları borçlarla büyük yatırımlar yapmak istiyorlar. Fakat işler yolunda gitmiyor ve hayatları ellerinden kayıyor. Yönetmen Cox, gerçek bir hikaye üzerinden 'ava giden avlanır' hikayesi anlatırken Amerikan Soygunu gibi mevzuya eleştirel bir gözle bakmak yerine ABD'de bir dönem popüler olan bu olayı tekrar hatırlatıyor.